Değerli okurlarım, bir 10 Kasım'ı daha geride bıraktık. Yediğimiz ekmeği içtiğimiz suyu ve aldığımız nefesi bile Atatürk'e borçluyuz. İşte bu yüzden kimimizin gözü yaşlı, kimimizin yüreği buruk ama onurlu, Atatürk'ümüzün ölümünden bunca yıl geçmiş yani 86 yıl geçmiş hala insanların gözleri yaşlı. Hiç neden diye kendi kendimize sorduk mu? Sizi bilmiyorum ama ben çok sordum. Kimse bana beni ikna edebilecek cevap vermedi.
Aslında gözyaşı, burukluk, sevinç aynı anda yaşanıyor;
- Gözyaşı var, çünkü Atatürk'ümüzü kaybettik, 86 yıl öncesi olsa da.
- Burukluk var, onsuz halimize bakıyoruz, fakirliğimize bakıyoruz, neden niçinleri soruyoruz. Ah keşke ölmeseydi diyoruz. Biz de böyle olmazdık diyoruz.
- Sevinçliyiz, çünkü; çevremizdeki ülkelere bakıyoruz. Kavga gürültü, savaş hep gözyaşı.
- Bir de mutluyuz. Neden mi? kulluktan birey olmuşuz. Özgür olmuşuz. Özgürce yaşama hakkını vermiş bizlere.
Şöyle bakın coğrafyamızda ki ülkelere! İran'dan insanlar yaşamak için ülkemize koşuyor. Suriye'den gelen göçmenlere bakıyoruz. Bizlerden yüzyıl öncesinde yaşıyorlar hala. Filistini hiç söylemeyeceğim. Sadece rahmetli Rauf Denktaş ile Rahmetli Yaser Afat'ın aralarında geçen bir diyalogdan bahsedeceğim.
Bir tarihte Yaser Arafat ile Rauf Denktaş Birleşmiş Milletler konferansında karşılaşırlar;
- Rauf Denktaş, Yaser Arafat'a doğru döner der ki; Sayın Arafat gene Kıbrıs konusunda Birleşmiş Milletler yapacağını yaptı. Hiçbir şey elde demedik.
- Yaser Arafat aynen şöyle cevap verir; "Sayın Denktaş senin öldüğün zaman gömülecek bir toprağın var. Ne üzülüyorsun? Ben öldüğüm zaman gömülecek bir toprağım bile yok" der.
İşte bu gözyaşının burukluğun sevincin anahtarı Rauf Denktaş'la Yaser Arafat arasındaki konuşmada gizli.
Atatürk 57 yaşında rahatsızlığı nedeniyle aramızdan ayrıldı. Hastalığını çeşitli suçlamalarla eleştirdiler. Ama şunu bilmiyorlardı. Türk milletinin bir başı ağrısa şikayet edeceği Atatürk'ü vardı. Ona koşuyordu. Ama Atatürk'ün şikayet edeceği kimse yoktu. Cepheden cepheye koştu ve dedi ki; "bu millet için ben ölürüm." Ölmedi ama amansız bir hastalığa yakalandı. Bu millet için cephelerde bir pardüsüyü yorgan yaptı. Kimseye şikayet etmedi. İşte amansız hastalığı bundandı.
Gelelim bu güne; Mustafa Kemal Atatürk'ün sadece tarihi bir figür değil, aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu ve modern Türkiye'nin mimarı olduğu gerçeğini unutmamak lazım. Onun demokrasi, cumhuriyet, çağdaşlaşma gibi değerleri savunması ve bu yönde yaptığı devrimler, hala güncelliğini koruyor ve toplumumuzda yaşamaya devam ediyor. Bize bıraktığı cumhuriyet, çağdaş Türkiye ve uluslararası alanda saygın bir ülke olma durumu, onun mirasının en önemli parçalarıdır. O, zorlu şartlarda büyük başarılar elde etmiş, cesur ve kararlı bir liderdi. Onun hayatı ve mücadelesi, birçok kişiye ilham kaynağı olmaya devam ediyor.
Atatürk'ün etrafında birleşerek Türkiye Cumhuriyeti'ni kurmuştuk. O günkü ruhu hatırlatarak, bugün de birlik ve beraberliğimizi güçlendirmeye çağrıda bulunuyorum. Geleceğe dair umutlarımızı canlı tutuyor. Onun gösterdiği yolda ilerlemeye devam ederek, daha müreffeh ve mutlu bir Türkiye inşa edebiliriz. Gençlere her zaman büyük önem vermiştir. Bu da gençlere büyük sorumluluklar yüklüyor.
Sonuç olarak;
Her zaman "Atatürk ölmedi" deriz. Bu söz sadece duygusal bir ifade değil, aynı zamanda bir çağrıdır. Hepimiz, Atatürk'ün mirasını koruyarak, onun gösterdiği yolda ilerlemek, daha ileriye taşımak için çalışmalıyız.