Atalay Dönmez

Eğitimde değişim şart

Atalay Dönmez

Her fırsatta eğitimin bir ülkenin gelişmesinde ne denli öneme sahip olduğu konusunu gündeme getiririm. İlkokula başladığım 1974 ile liseyi bitirdiğim 1985 yılları arası bizlere verilen eğitimi, bugün çocuklarımızın aldığı eğitim ile kıyaslamaya kalkarsak, o günkü eğitim sistemini uygulayan idarecilere ve öğretmenlerimize büyük haksızlık etmiş oluruz.

Ailelerin,  “hocam eti senin kemiği bizim,” diye öğretmenlerine emanet ettiği çocuklardan biriydim ben de. O dönemde özellikle ilkokul yıllarında alınan eğitimin, orta ve lise’de alınacak eğitime temel teşkil etmesi açısından önemi bir hayli fazlaydı. İlkokulu bitirip ortaokula yeni başlayan çocukların birinci sınıfta işledikleri coğrafya, tarih ve Türkçe derslerini, bugün lise son sınıf düzeyinde bile göremiyoruz. Özellikle son yirmi yılda gelen her milli eğitim bakanının sistem değişikliği adı altında yaptığı başarısız hamleler, eğitmen kalitesini ve bunun doğal sonucu olarak ta öğrenci kalitesini oldukça düşürdü.

Ortaokul ya da lise öğrencileri bir yana, bizzat tanıdığım üniversite öğrencilerinin dahi büyük bir bölümünün basit birkaç harita bilgisine bile hakim olamaması bir hayli düşündürücüdür. Önlerine gelen haritada ana yönleri gösteremeyen, ilkokulda ezbere bildiğimiz meridyen ve paralellerden bihaber, yaşadığı dünyaya, ülkeye, kente ve çevreye yabancı bir nesil çığ gibi büyüyerek geliyor. Ne kadar çok üniversite olursa, eğitim o kadar gelişir mantığı ile her şehire açılan üniversitelerle, kasabalara açılan iki yıllık yüksek okullar eğitimin kalitesini yerlerde süründürmektedir.

Buna bir de başka şehirlerde üniversite kazanan gençlerin barınacakları yurt veya ev sorunu da eklenince durumun vehameti artıyor. Var olan yurtlara zar zor yerleşen gençlerimizin yaşam sıkıntısı derslerinin önüne geçmektedir. Yurt yemekhanelerinde yemek ücretlerinin artması, sıkışık yatakhaneler, hep birer handikap gençlerimiz için. Öğrencilerin ayrı bir ev tutması ise, kiraların yüksekliğinden ya da ev sahiplerinin gençliğe karşı önyargılarından dolayı imkansızlaşmıştır.

Tüm bu koşullar göz önünde bulundurulduğunda, insanların en temel haklarından biri olan eğitim hakkının sekteye uğraması şaşılacak bir şey olmasa gerek. Bunların doğal sonucu olarak da gençlerden fazla bir şey beklemek ne denli doğru olur tartışma konusu. Ülkenin kalburüstü üniversitelerinden doktor, mühendis, mimar, sanatçı olarak mezun olan başarılı gençlerimize üniversite sonrası akademik gelişim için imkan sağlanamaması, yurtdışı beyin göçüne neden olmaktadır. Her şeye rağmen idealist davranıp ülkede kalan ve ülkesi için bir şey yapmak isteyen gençlerimize de “giden gitsin” diyerek kapı gösterilmektedir.

Eskiden dünya üniversiteleri arasındaki sıralamada kendilerine başlarda yer bulan çok önemli üniversitelerimizin artık esamesi okunmamaktadır. Bunun en büyük nedeni üniversite yönetimlerine liyakatten uzak, akraba, eş dost ve yandaş atamalarıdır. İşte tüm bu olumsuz şartlar, bilgiden, kültürden yoksun sorumsuz bir genç neslin gelmesinin yegane sebebidir. Bir dönemin koskoca askeri filolara kafa tutan, ülkesi için inisiyatif alıp elini değil bedenini taşın altına koyan, gülerek darağacına giden 20’li yaşlardaki sorumluluk sahibi gençleriyle bugünün gençliğini kıyaslamak asla mümkün olamaz.

Peki ya çözüm?

Çözüm, daha fazla vakit kaybetmeden, en kısa sürede ehil ellerde eğitim alanında büyük bir reform başlatmaktan geçiyor. Eğitim gibi çok önemli bir konunun üstesinden ancak liyakat sahibi usta eğiticiler ve idareciler gelebilir. Hasar büyük. Geride kalan 20 yıllık eğitim depreminin enkazı çok uzun yıllar kalkacak gibi görünmüyor. Önümüzdeki en az 20 ya da 30 yıl boyunca, bugün yaşanan iş bilmezliğin sıkıntısını ülkemiz çok çekecek. Şimdinin eğitim zayiatı gençleri, geleceğin liyakatsiz, bilgisiz insanları olarak bu ülkede her alanda belli mevkileri maalesef işgal edecekler.

Sabırla ilkokul birden itibaren, okula yeni başlayan çocuklar nakış gibi işlenirse, ancak bir 20 yıl sonra bu işin meyvelerini yemeye başlarız. Hatırlarsanız ülkemiz, 20. Yüzyılın ilk 20 yıllık döneminde Balkan Savaşları, Trablusgarb Savaşı, Sarıkamış donuğu, Çanakkale Savaşı ve Kurtuluş Savaşı’nı arka arkaya yaşadı. Bu savaşlarda eli silah tutan erkek nüfusu kalmadığı için cepheye okul çağındaki çocuklar gönderilmişti. Özellikle Çanakkale’de tıbbiyeliler, askeri okul öğrencileri ve geleceğin aydını olacak birçok çocuk yitip gitti.

O talihsiz dönemde, ülke olarak savaş meydanlarında yitirdiğimiz mektep çağındaki kayıplar yüzünden 1950’li yıllara kadar eğitimli ve entelektüel insan sıkıntısı yaşadık. Bu eksikliği ülke için çok büyük önem arz eden köy enstitüleri ile gidermeye çalışsak da, her dönem içinde hain barındıran bu toprakların müzmin hainleri yüzünden maalesef köy enstitüleri kapatıldı. (Köy enstitüleri ileride başka bir yazımın konusu olacak. Zira asla iki satırla geçiştirilecek bir mevzu değildir.)

Sonuç olarak, yine de ümitsizliğe kapılmadan, ülke gençliğini bağnaz eğitim sisteminden kurtarmak suretiyle bu işin üstesinden gelebiliriz. Çocuklarımıza bilimin önemini aşılayarak, onlara bilimsel araştırmaları için imkan sağlayarak, eğitimde fırsat eşitliği yaratarak, köy enstitüleri modeli bir eğitim sistemini getirip, gençleri ilgili ve bilgili olduğu alanlara yönlendirerek ve eğiticilerin kalitesini yükselterek bu konu hallolabilir.

Ancak mevcut şartlarda bu hamlelerin yapılabileceğine inanmak çok zor. Çocuklarımıza ve gençlerimize eğitim gibi önemli bir yürüyüşü mehter marşı eşliğinde yaptıran bu sakat sistemin bir an önce ortadan kalkması, son yirmi yılda kapatılan ve yerlerini içi boş eğitim kurumlarının aldığı Fen ve Anadolu liselerinin tekrar açılarak çağdaş ve laik eğitim sistemine geçilmesi dileği ile.

Sevgiyle kalın dostlarım.

Yazarın Diğer Yazıları