Üniversitede öğrenciyken hep hayalini kurduğum bir şeydi Afrika’da gönüllü olmak. Zamanında bunun için çok çaba sarfetmiştim ama hayalim bana bambaşka yollarla ulaşmıştı.
Hiç unutmayacağım bir tarih: 3 Ağustos 2022. Benim dünya turuna fiilen başladığım gün. O günün heyecanını şu an bile hissediyorum. İşimden istifa edip, olmazsa en fazla dönerim diyerek sırtladığım çantamla artık Uganda yollarındaydım. Gitmeden önce indirebileceğim ne kadar gezgin/seyahat uygulaması varsa indirmiştim. Bunlardan biri de gezerken size konaklama ve yemek karşılığında gönüllülük projeleri sunuyordu. Uganda’da bir süre vakit geçirdikten ve ülkeye iyice alıştıktan sonra, tesadüfen uygulama üzerinden benimle iletişime geçen Mr.Isaac ile tanıştım ve hiç düşünmeden kabul ettim. Nil Nehri’nin kaynağının olduğu Jinja şehrine yolculuğum işte böyle başladı. Tabii ki ben yolları varla yok arası olan minicik bir köye gidiyordum. Dünya turumun ilk durağı olarak seçtiğim gözbebeğim Uganda’da, yetim çocuklar derneğinde gönüllü öğretmenlik yapacaktım!
Çocukların beni, ellerinde beni daha tanımadan sevdiklerini söyleyen büyük kartonlarla karşıladıklarında yaşadığım hissi asla unutmayacağım. Bana utana sıkıla hediye vermişlerdi, ben de kendimi attığım ilk odada ağlamıştım.
Afrika’nın devlet okulları var elbette, ama şartları içler acısı. Sınıflar tıklım tıklım, eğitim kalitesi düşük. Bu yüzden, ailesi uzakta olan ya da eğitime parası yetmeyen çocuklar, dernek aracılığıyla yatılı olarak bu okula gönderiliyor. Bense, ilk defa öğretmenliği deneyimlediğim bu okulda, her yaştan çocuğa ders vermeye çalıştım. Yeri geldi lise çağındakilerle matematik çalıştım, yeri geldi ergen kız çocuklarının dert ortağı oldum, yeri geldi anaokulu çocuklarının yemek öncesi oyun arkadaşları oldum.
Favori öğrencim kesinlikle Hassan’dı! Okulun en küçüğü olmasına rağmen en çok yemek yiyeni de oydu. Göbeği her zaman açık, neşesi hep taze. Bir gün okul bahçesinde, Hassan ve kardeşi, kendilerine sığınak yapmışlardı. Keşke onlar kadar küçük olsaydım da araya sıkışabilseydim diye düşünmüştüm. Onları araba lastiğiyle oynamıyorken gördüğüm nadir anlardan biriydi bu.
Çocukların oynarken ki neşesini görmek, işin en eğlenceli kısmı olsa da bu neşe bir taraftan insanın içini burkmuyor değildi. Bu çocuklar hiç mızmızlanmıyorlardı, çok nadir ağlıyorlardı. Bir gün Hassan’ı okula bağışlanan yırtık pırtık pembe bi kız çocuğu elbisesinin içinde görmüştüm. Çenem titremesin de aman yadırgamış görünmeyeyim diye kendimi sıkmıştım. Hassan için her şey güzeldi tabii, oyun oynamak için tüm gün onundu, hava da güneşliydi, oh mis!
Uganda’nın hava şartları bana da her gün mis gibi geliyordu gerçi. Ekvatoral iklimde, yağmur sezonuydu o dönem. Ara ara çok şiddetli yağmurlar yağsa da hava en fazla serin oluyordu. Şaşırdığım bir şey daha vardı. Bu çocuklar her şeyle oynamayı biliyorlardı da bir tek yağmurla oynarken görmemiştim onları. Sorumlulukları çocukluklarının ötesine geçiyordu yağmur yağdığında. Bazıları hemen ellerinde kova, yağmur suyu dolduruyordu, bazıları ise ışıksız yatakhanelerinde akşam yemeği için fasulye ayıklıyordu. Sezonun ilk yağmurlarından birinde bir anda yağmura çıkıp bana katılmak isteyen çocuklarla deli gibi koşturmak sanırım bu deneyimin benim için en unutulmaz anıydı. Yağmur altında koşan minik ayaklar ve içten gelen gülüşlere şahit olduğum dopdolu 2 ayın sonunda oradan ayrılıp yoluma devam ederken, sırt çantam daha bi’ doluydu.