Son zamanlarda İlber Ortaylı’nın viral olan sözlerini duymuşsunuzdur. “Solo seyahat kavramını onlardan öğrenecek değilim. Ben öyle gezerim kardeşim, atlarım Viyana’dan trene sabah Floransa’da inerim. Kimseyi de çekemem”.
Ben de yaklaşık 2 yıldır yalnız gezen bir kadın gezgin olarak, yalnız gezmeyi cesaretin ötesinde bir deneyim olarak anlatmak ve birtakım önyargıları kırmak isterim.
Sevdiklerimizle gezmek elbette güzel. Birlikte anılar oluşturmak, bağları derinleştirmek muazzam bir deneyim. İnsanı en iyi seyahatte tanırsınız sözü de burada çok anlamlı. Ancak, ortak bir rota planında isteklere bağlı kalmak, kendi özgürlüğünüzle karar verememenin kısıtlamalarını da beraberinde getirir.
üney Amerika’ya arkadaşıyla gidip daha sonra anlaşmazlık sonucu yollarını ayıran bir arkadaşım, bir gün beri arayıp durumu anlattığında kendisini biraz çekimser hissettiğinden bahsetmişti. Daha önce tek başına uzun soluklu bir seyahatte olmadığı için endişelenmesi çok normaldi. Ben o sıralar İran’ın Yezd şehrinde tek başıma kafa dinliyordum. Ona söylediklerim kulağa çok basit gelen ama doğru cümlelerdi. Hayatın akışını biliyoruz, geçmez dediğimiz her sıkıntının biz fark etmeden geçmişe karıştığını da. Yolculuk da bundan farksız değil, hatta günleriniz bir dolu deneyimle geçtiği için akışa kapılmamak olanaksız oluyor. Yol bir şekilde size mucizelerini sunmaya devam ediyor. Hiç beklemediğiniz bir noktada tesadüfen tanıştığınız bir insan size, belki de o noktada olmasaydınız asla bulamayacağınız bir kapıyı açabiliyor.
Benim Tanzanya ve Malavi’de yaptığım buydu. Sırtımda 15 kiloluk çantamla köyden köye yürümeye başlamıştım. Acelem yoktu, varmak istediğim bir hedefim de yoktu çünkü yaptığım şey tam olarak hedeflediğim şeydi. Otobüse atlayıp en turistik noktalara gidip geri dönebilirdim ama ben bu ülkelere kültürü tanımaya gelmiştim, yaşayışa şahit olmak istemiştim. Sadece turistik aktiviteler yapmak bana bir yerde sadece bulunmak için bulunmak gibi geliyor. Yerel halkı tanımadan, insanlar ne sever bilmeden, kendi aralarındaki bir espriyi öğrenmeden o ülkeyi öğrendiğimi hissedemiyorum. Tüm bu düşüncelerle beraber 2 ay süren yürüyüş maceramda çoğu zaman bilmediğim yerlere girdim. Kendimi bazen bir köyde hiç tanımadığım insanların cenazesinde acıyı paylaşırken, bazen de yol kenarında oyun oynayan çocukların arasında buldum. Bazılarına göre bu bir delilikti ama benim için yalnız olmasaydım ve hatta yürüyerek gezmeseydim asla adım atamayacağım binbir çeşit olasılıklar dünyasıydı.
Bahsettiğim arkadaşım ise şimdilerde Güney Amerika’da tek başına geziyor. Bazen yolda birileriyle tanışıyor, onlarla devam ediyor. Sonra yollar yine ayrılıyor ama mutluluğunu gözlerinden okuyabiliyorum. Onun kendi korkularının ötesine geçtiğini ve özünü yakaladığına şahit olmak çok güzel. Zaten hiçbir zaman yalnız kalmıyorsunuz. Yoldayken karşınıza çok huzur bulduğunuz şehirler de çıkıyor, mükemmel arkadaşlıklar da. Ayrılmak her zaman hüzünlü oluyor ama bir yerlerden veya birilerinden ayrılabilmek insana inanılmaz bir özgürlük hissi katıyor. Kendi özgürlüğünüzü keşfetmenin yanı sıra, aslında en iyi arkadaşınız olan kendinizle baş başa kalma fırsatı yakalamış oluyorsunuz. Kendinizi ve geldiğiniz coğrafyayı daha güzel keşfediyorsunuz. Benim önerim, bazen kendi rotanızı kendiniz çizin. Bunun için çok uçuk planlara gerek yok, en yakınınızdaki bir şehirde bile olsa spontane kararların etkisini göreceksiniz.