Zavallılar-Poor Things (2023)
Yönetmen: Yorgos Lanthimos.
Oyuncular: Emma Stone, Mark Ruffalo, Willem Defoe, Ramy Youssef, Jerrod Carmichael, Hanna Schygulla.
Yorgos Lanthimos ilk gösteriminin ardından Venedik’te Altın Ayı alarak başladığı “Zavallılar-Poor Things” yolculuğuna Oscar’larda 11 dalda aday gösterilerek devam ediyor. Bizlere Viktorya dönemi Londra’sında geçen bir Frankenstein öyküsü anlatıyor. Öykü görsel olarak sanki tersine çevrilmiş bir Frankenstein. Bu kez yaratan Doktor Godwin Baxter (Willem Defoe) sanki birbirine dikişle tutturulmuş parçalardan oluşan ucube bir yüze sahipken yarattığı, Bella (Emma Stone) ise güzeller güzelidir. Dr. Baxter, cerrah babasının bedeninde yaptığı cerrahi deneyler sonucu bir ucube görüntüye dönüşmüştür. Nehre atlayarak intihar eden genç bir kadının bedeninde yarattığı Bella’nın hayatı deneyimleyerek özgürleşme aşamalarını, gerçek kimliğini bulmasına tanık oluyoruz. Bir yetişkin bedende bebek beyniyle yaratılan Bella’da geçmiş kayıtlı değildir. Büyük olasılıkla bilinç dışı da yoktur. Meraklı, öğrenmeye iştahlı, zeki bir çocuk kadınla tanışırız. Alasdair Gray’in aynı adlı romanından Tony McNamara tarafından uyarlanmış senaryo orijinalinden farklı bir seyir izlese de sonuçta feminist bir özgürleşme noktasına varıyor.
Lanthimos bu anlatısını kariyerinin başından bu yana bir parçası olduğu, “Tuhaf Yunan Dalgası” sinemasının kodlarından kopmadan gerçekleştiriyor. Topluma yabancı robotik figürler, absürt diyaloglar, duygusal zekadan yoksun ilişkiler ve en önemlisi aile kurumuna getirdiği eleştirel bakış açısı bir kez daha gerçek üstü bir sinema diliyle karşımıza geliyor.
Bella’nın hayatı deneyimlemesinin parçaları olan cinsellik, bilinçlenme ve özgürleşme öğelerini yarattığı masalsı dünya içinde anlatıyor. Balık gözü lenslerin yarattığı farklı renklerdeki görsel üslup filmin masalsı dünyasını kuruyor. Dönem set tasarımları olarak geçmiş ve fütüristik öğelerle bir zamansızlık duygusu yaratıyor. Çekimlerde dijital yerine sırf bu atmosfer için 35 mm, Kodak pelikül tercih edilmiş. Viktorya dönemini ve fantastik unsurları bir araya getiren uçan zeplinler, atsız at arabaları, tuhaf aletler ve yaratıcılığın enstrümanları olarak cerrahi ameliyatlar filmin görsel stilinde çok önemli rol oynuyor. Görsel yönetmen Robbie Ryan filmin ruhunu yansıtan sıra dışı bir çalışma sunmuş. Gotik öğeler ve steampunk (buhar makinesi, tuhaf dişliler, geleceğin taşıtlarını konu alan filmler) esintileri taşıyan harman bir görsellik.
Tüm bunların üstünde Emma Stone’un olağanüstü performansı var tabi ki. Bu oyunculuk olmasa her şey eğreti kalırmış diyebiliriz. “Lala Land” ile kariyerinin tek Oscar’ını kazanmış olan Stone, karakterinin iç dünyasına ait her tür ayrıntıyı mükemmel bir doğallık içinde sunuyor. Robotik bebek hareketlerinden başlayarak karakterinin her türlü değişimine eşlik eden bir beden dili yaratıyor.
Lanthimos anlatısında sinema tarihinin birçok durağına uğruyor. Frankenstein anlatısından sinemanın doğuşundan ilk senaryolu anlatıyı yapan sihirbaz George Mélies’nin büyülü dünyasına benzeyen setlere, oradan da Fritz Lang’ın 1927 yapımı “Metropolis” evrenine geçiş yapıyor. Örneğin Bella’nın yaratılış sekansı Metropolis’teki robot/siborg karışımı kadın karakterin yaratılmasıyla benzeşiyor. Bilhassa kafasının iki yanındaki kablolardan gelen elektrik akımıyla aniden açılan gözleri, kamera açısı, yakın plan çekim bire bir aynısı. Alman Dışavurumculuğuyla benzeşen birçok sahneyi kullanıyor Lanthimos. Kamera açılarının öznel bir gözü temsil etmesi yanında elle boyanmış görkemli dekorlar, sinemayı gerçeklerden uzak tutan bir hayal etme aracı olarak karşımıza getiriyor.
Filmin nüvesini besleyen kara mizah ise her an karşımıza çıkabilecek potansiyelde. Diyalog ve hikaye anlatımı
Yaratılanın Londra’dan başlayan kimliğini kazanma yolculuğu Lizbon’dan İskenderiye’ye oradan da Paris’e uzanıyor. İlk yarım saatini siyah beyaz karelerle izliyoruz. Bella’nın yetişkin bedendeki bebek haline tanıklık ediyoruz. Cinselliğini kendisinin keşfetmesi sonrası erkeklerle tanışması ona hazzı öğretiyor. Babası saydığı ve God olarak çağırdığı Dr. Baxter ve hevesli öğrencisi Max Candleas (Ramy Youssef) ilk eğitiminde önemli bir rol üstlenirler. Başta Candless onu bilimsel bir proje olarak gözlemler. Zamanla aşık olur. Bella’nın cinsel dürtülerinin yoğunluğunu fark eden avukat Duncan Wedderburn (Mark Ruffalo) bu fırsatı kaçırmaz ve onu kaçırırcasına bir gemi yolculuğuna çıkartır. Hazzın zirve yaptığı bir yolculuk olarak başlar.
Renkli karelere geçilmesiyle artık Bella’nın hayatın farklı renklerini yaşamaya ve öğrenmeye başladığına tanık oluyoruz. Toplumsal normlara uyabileceği bir eğitiminin olmaması hareketlerinin dürtüsel ve içten geldiği gibi yapmasına nedendir.
Yolculuk sırasında tanıştığı Martha (efsane Hanna Schygulla) ve Harry (Jerrod Carmichael) sayesinde kitap okumaya başlar, felsefeyi keşfeder, entelektüel düşünceleri öğrenmeye başlar.
İskenderiye limanında hayatın acımasız yüzünü görür. İlk defa gözyaşlarına boğulur. Hayatın sadece hazdan ibaret olmadığını bir o kadar da acıların olduğunu öğrenir. Gelişen politik kimliği ona hükmetmek isteyen Duncan’ın hiç hoşuna gitmez. Paris’e vardıklarında artık hayatı yönetmek isteyen bir Bella vardır. Paris’te fahişelikle tanışır, sosyalist düşünceleri öğrenir. Hayatındaki deneyimleri arttıkça hikayesi daha zenginleşir, kişisel özgürlüğü olgunlaşır. Çevresindeki erkeklerin kendisini kullanmak istediğini anlamıştır. Onu kalpten seven sadece Max vardır. Babası God’ın ölmekte olduğunu duyunca Londra’ya geri dönmeye karar verir.
Jerskin Fendrix imzalı müziği çarpıcı yönlerinden birisi. Soyulmuş keman telleri üzerinde çalınan huzursuz ve akortsuz dört nota motifi filmi açıyor ve çeşitlenen motiflerle geri dönüyor. Müzikteki karmaşıklık ve düzen Bella’nın entelektüel gelişimini de aynalıyor. Bella’nın yeniliğe olan iştahı Holly Weddington’un değişik kostüm tasarımlarında ve Shone Heath /James Price imzalı setlerde karşımıza geliyor. Büyüleyici bir tuhaflık karnavalı.
Seks sahnelerinin çokluğu filmin en tartışılan konularından birisi oldu. Erotik çağrışımlar yapan sahneler olmaktan çok uzak bir ruhu taşıyan bu sahneler Bella’nın hayat yolculuğuna dair deneyimlerinin işlevsel parçaları…
Oyunculuklarıyla, görselliğiyle, feminist mesajıyla büyüleyici bir sinema deneyimi. Kaçırmayın derim…