Mesut Nöbetçigil

EMEKLİLİK

Mesut Nöbetçigil

Efendim şu cep telefonu denilen nesneye bir türlü alışamadı gitti. Aslında kendisini pek fazla kınamıyorum doğrusu. Ne de olsa rönesansı ikiyüz  sene ıskalamış olan Osmanlı'nın torunu ama tablet denilen nesne kendisinin eli, ayağı; hafızası, beyni. Biraz zorlayarak alışmaya muvaffak oldu. Nasıl da özgür kılıyor kendi gibi emeklileri. Koyup çantasına tabletini, ilaçlarını   alıp başını sabahtan dolaşıyor Kocaeli'ni, İstanbul'u; gönlünce üç beş satır yazıp keyfini çıkarıyor. Altmısbeş yaşını devirip bedava seyahat kartını da kapmış, değme gitsin keyfine.

Kadın cinayetleri, artan madde bağımlılığı ve intiharlar, normalleşen şiddet olayları, hayvan katliamları, deprem riski, siber zorbalık, düzensiz göçmen sorunu, hayat pahalılığı, sonu gelmeyen vergiler, gıda sektöründeki skandallar, eğitim sistemindeki aksaklıklar ve yargının caydırıcılık konusundaki yetersizliği gibi hayati konularımız çözüm bekleyen memleket meselelerini umursamadı. Yeter ki emekli maaşına dokunmasınlar. Gezmelerine devam etti. Bu beleş gezmelerine mezarlık ziyaretlerini de ekledi. Kartvizit tarzındaki mezar taşlarını okumaktan büyük keyif alır olmuştu.
 
Gezerken okuduğu dünyalık ünvanları (HUVELBAKİ, Operatör doktor, Yüksek Mühendis, Ağır  ceza reisi ) mezar taşına yazmanın ne kadar anlamsız olduğunu düşünürdü. Öbür tarafta zebaniler için mi yazıyorsun hamili taş yakinimdır gibi.
 
Halbuki ölüm insanları eşit kılar. Ne ünvan kalır ne şan, şöhret ne  de servet. Hepsi sonuçta bir avuç toprak ve bir mezar taşı.

Aklına üstad Orhan Veli'nin yazdığı şiir gelir:

Kitabe-i Seng-i Mezar


Hiçbir şeyden çekmedi dünyada
Nasırdan çektiği kadar. Hatta çirkin yaratıldığından bile 
O kadar müteessir değildi;
Kundurası vurmadığı zamanlarda
Anmazdı ama Allah'ın adını, 
Günahkâr da sayılmazdı. Yazık oldu Süleyman Efendi’ye. 

II 
Mesele falan değildi öyle, To be or not to be kendisi için.
Bir akşam uyudu, Uyanmayıverdi. 
Aldılar, götürdüler. Yıkandı, namazı kılındı, gömüldü.
Duysalar öldüğünü alacaklılar 
Haklarını helal ederler elbet. 
Alacağına gelince... Alacağı yoktu zaten rahmetlinin. 

III 
Tüfeğini depoya koydular, Esvabını başkasına verdiler. 
Artık ne torbasında ekmek kırıntısı
Ne matarasında dudaklarının izi. 
Öyle bir ruzgar ki
Kendi gitti, 
İsmi bile kalmadı yadigâr. Yalnız şu beyit kaldı, Kahve ocağında, el yazısıyla: 
"Ölüm Allah'ın emri, "Ayrılık olmasaydı."

Yazarın Diğer Yazıları