Mesut Nöbetçigil

Feleğin çemberi…

Mesut Nöbetçigil

Kimya Mühendisiydi, yoksul bir aileden geliyordu. Aşık olduğu bir banka memuresi ile evlendi. Eşinin maaşıyla güç bela yaşamlarını sürdürüyorlardı.Kimya tesislerinde Devlet zorunlu Kimya Mühendisi istihdam edilmesine zorunluluk getirdi.Şehirdeki tüm  kimya tesislerine Cv.bıraktı.Kıytırık bir firmadan çağırdılar. Gitti müracaat etti, patronlar asgari ücretin 1/5 ine karşılık gelen bir ücretle diplomasını kiraladılar. Firma diploma icin anlaştıkları kira bedelini bile doğru düzgün ödemiyordu. Çok çaresiz hissediyordu kendisini.  Bir gün bir yakını vefat etti, cenazeyi mezarlığa götürüp defnettiler. O esnada cübbeli, sarıklı, meczup tipli insanlar yanık sesiyle sırayla dua okuyorlardı, cenaze sahibi oradan ayrılmadan okuyanların hepsinin cebine yüklüce para sıkıştırdı. Bizimkinin kafasında şimşek çaktı, çocukken kuran kursuna gittiği günleri hatırladı. Yasin-i Şerif’i ezbere okuyordu. Ertesi gün eski bir pardösü giydi, başına takke ve koltuğunun altına dua kitapçığını aldı. Ucuz kara güneş gözlüklerini taktığı gibi mezarlığın kapısında beklemeye başladı. Cenazeler birer ikişer gelmeye başladılar. Gelen bir cemaatin arasına karıştı, cenaze toprağa verilirken başladı okumaya,  sadakallahülazim hop paralar cebine sokuşturuldu. Çok mutlu hissetti oradan ayrılırken, başka bir mezar ziyaretçisi seslendi, hoca efendi koştu gitti. Mezarın yanında Yasin okudu, oradan da parayı indirdi. Artık üzerindeki tutukluğu iyice atmıştı. Öğlenden ikindiye, mezardan mezara koştu. Aksam eve dönerken minibüste paraları cebinden çıkardı. İçinden minibüs ücretini uzattı, paraları düzenledi, saydı, hasılat hiç fena değildi. Eşine bu durumdan bahsetmedi. Eve yaklaşırken pardösüyü,  cebindeki dua kitabı ve takkeyi köşedeki ayakkabı tamircisine bıraktı. Bu böyle aylarca devam etti. Bir gün yolda bir arkadaşına rastladı, çocukken birlikte bağlama kursuna gitmişlerdi. Arkadaşı “Ne yapıyorsun?” diye sorduğunda “Valla bir iş yaptığım yok!” diyebildi. Arkadaşı “Senin bağlama çalısın, hakimiyetin çok iyi. Ben pavyonda garsonluk yapıyorum. Bizim dükkânda bağlamacı ayrıldı, bu aksam bağlamanı al birlikte gidelim, patronla görüşelim, yevmiye program sonunda cepte.” Gittiler patron “Hemen başla” dedi. Darbuka, keman, cümbüş ve klarnet çalan müzisyenlerle tanıştı. Birlikte prova yaptılar. Bilindik Ankara havaları , aman ormancı, kırmızı gülün adı var vs. Müşteriler doldu,  yanıp sönen dans eden ışıklar salonu rengârenk hale getirmiş, sigara dumanından localardaki loşluk, sahnede bizimkiler, alkolden şişman, bol makyajlı sarkıcı kadınlar bazen aynı şarkıyı defalarca çalıyorlardı. Yeter ki masalar arasında dolaşan şarkıcının derin göğüs dekoltesine parayı sıkıştır. Bizimki işe iyice alışmıştı, içtiği bira miktarı da günden güne artıyordu. Sabaha karşı turşu gibi bağlamasını kabına koyup sırtına asıp sallanarak evinin yolunu tutuyor, eve girer girmez duş alıp sigara dumanı sinmiş giysileri balkona asıyor doğruca yatağa bırakıyordu kendini. Öğlene doğru uyanınca,  ayakkabı tamircisine uğruyor  bıraktığı mezarlık okumacısı kostümlerini giyip asri mezarlık kapısında cenaze kovalamaya koşuyordu... Bu yaşam biçimi onu çok yıprattı, aşırı alkolden karaciğerinde sorunlar yaşadı. Alkolden kurtulma savaşına girdi ve kazandı. Bu arada diplomasına ilaveten aldığı pedogojik eğitimle kimya öğretmenliğine başladı lisenin birinde. 
19 Mayıs’ta bütün okullar resmi geçit yapardı, izlemeye gittim. Bizimki şık bir kruvaze ceket, jilet gibi ütülü pantolonu, kravatı ve kaliteli güneş gözlüğü ile törene katılan öğrencileriyle yürüyüp önümden geçerken seslendim, bakıştık, el salladı.
Gururlandım feleğin çemberinden geçen arkadaşımla.
 

Yazarın Diğer Yazıları