Ozan Sönmez

Köy Enstitülerinden Günümüze Tek Dişi Kalmış Eğitim Sistemimiz

Ozan Sönmez

“Eğitimdir ki, bir milleti ya özgür, bağımsız, şanlı, yüksek bir topluluk halinde yaşatır ya da esaret ve sefalete terk eder”

Atatürk

                                             --------

Yazacak bunca konu varken nereden çıktı şimdi bu eğitim yazısı demeden ve maruz kaldığımız can sıkıcı durumların eğitimdeki yetersizliğimizden kaynaklandığını unutmadan haydi filmi biraz geri saralım.

                                           --------

Vatan topraklarımızı işgal etmek isteyen emperyalist güçlere karşı verdiğimiz Kurtuluş Savaşımızı destansı bir mücadele ile kazanmış; Cumhuriyet ilan edilmişti.

1940’lı yıllara gelindiğinde Anadolu topraklarında ilköğretim çağ nüfusunun %78’i hala okuma-yazma bilmiyor, bu oran köylerde % 90’a varıyordu. Köylerde yaşayan insanların sağlık, tarım ve el sanatlarıyla ilgili konularda aydınlanıp beceri kazanmasına, sosyal ve kültürel bakımdan yetişmesine de büyük bir ihtiyaç vardı. Tarih, 17 Nisan 1940’ı gösterdiğinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde çıkarılan 3803 sayılı Köy Enstitüleri Kanunu ile Cumhuriyet devriminin gerekleri ve ülke gerçekleri ile çağdaş eğitim bilimlerinin sentezinden yaratılan özgün bir model olan Köy Enstitüleri kuruldu. Böylece milletimizin çağdaşlaşma yolculuğu başladı.

Amerikalı eğitim filozofu John Dewey’in iş ve eğitimi bir araya getirme fikri üzerine temellendirilen Köy Enstitüleri’nin ilk resmî öğretim programı 1943 yılında yayımlandı. Programın yarısı kültür derslerine, dörtte biri tarım dersleri ve çalışmalarına, dörtte biri de sanat ya da teknik derslere ve çalışmalara ayrılmıştı. Program incelendiğinde kültür ve meslek bilgisi derslerinin yanında köyün kalkınmasına katkıda bulunacak köylünün bilimsel esaslara uygun tarımsal faaliyette bulunması için ziraat ve teknik dersler okutulmuştu. Bir diğer dikkat çekici ders ise zirai işletmeler ekonomisi ve kooperatifçilik gibi köylünün üretim dallarında örgütlenmesi ve kooperatifçilik gibi çağdaş bir kalkınma anlayışının öğretmen adaylarına kazandırılması oldu.

“Yaparak öğrenme” ilkesinin benimsendiği Köy Enstitüleri projesi ile ulaşılmak istenen hedef, Atatürk’ün halkçılık ilkelerine uygun olarak, geniş halk kitlelerinin eğitim düzeyini yükseltmek, böylece reformların yerleşmesi için gerekli koşulları yaratmak, halkın politik, ekonomik ve kültürel yaşama aktif olarak katılmasını sağlamak ve aynı zamanda kendi hakları konusunda bilinçlendirmekti.

1940-1946 arasında köy enstitülerinde 15.000 dönüm tarla tarıma elverişli hale getirilmiş ve üretim yapılmıştı. Aynı dönemde 750.000 yeni fidan dikilmişti. Oluşturulan bağların miktarı ise 1.200 dönümdü. Ayrıca 150 büyük inşaat, 60 işlik, 210 öğretmen evi, 20 uygulama okulu, 36 ambar ve depo, 48 ahır ve samanlık, 12 elektrik santrali, 16 su deposu, 12 tarım deposu, 3 balıkhane, 100 km yol yapılmıştı. Sulama kanalları oluşturularak enstitü öğrencilerinin uygulamalı eğitim gördüğü çiftliklere sulama suyu öğrenciler tarafından getirilmişti. Tüm bunların yanı sıra 1946 yılına gelindiğinde 16.400 kadın ve erkek öğretmen ile 7300 sağlık memuru ve 8756 eğitmen yetiştirilmişti.

                                           --------

Savaştan çıkmış; binlerce şehit ve gazi vermiş, şehirleri yıkılmış, ekonomisi dibe vurmuş, halkı yılgın ve yorgun gencecik Cumhuriyetin kurmayı başardığı eğitim sistemi yukarıda anlattığım gibiyken, gelin şimdi bir de şartları o dönemle kıyas bile kabul etmeyecek günümüz Türkiye’sinin eğitim sistemine göz atalım.

2024-2025 eğitim öğretim dönemi başladı. Devlet okullarının içler acısı durumundan dolayı ekonomisi iyi olan aileler çocuklarını yurtdışındaki okullara, bir nebze daha kötü olanlar kolejlere, bu iki seçeneğe de ulaşamayanlar ise istemeye istemeye devlet okullarına kayıt yaptırdı. Öğrenciler, okullarına; öğretmenler öğrencilerine kavuştu. Yeni eğitim öğretim döneminin ilk günlerinde ebeveynler bağış, destek kitapları, kıyafet, servis vb. Ekonomik giderlerle boğuşurken, okul yönetimleri için sıkıcı, yorucu, yıpratıcı ve keyifsiz bir süreç başlıyordu.

Yurt genelinden gelen haberler gösteriyor ki okul yönetimleri enerji ve konsantrasyonunu öğrencileri geleceğe daha donanımlı yetiştirecek müfredata değil; okulların eskiyen boyası, tabelası, bankları, oyun grupları; bakımsız kalan yeşil alanları, yetersiz kalan temizlik ve güvenlik tedbirleri ile tamamlanamayan demirbaşlarını bir şekilde gidermeye ayırmak zorunda kalıyor. Özlük haklarının yetersizliği herkesçe malum olan öğretmenlerin, bir de temel görevlerinin yanı sıra tabiri caizse “depo şefliği” yaptığı bir eğitim sistemi çocuklarımızı geleceğe nasıl ve ne kadar kaliteli hazırlar diye düşünürken yeni eğitim öğretim yılının tüm yurtta “Çanakkale’den Gazze’ye Vatan Savunması ve Bağımsızlık Mücadelesi” başlıklı açılış dersiyle başlayacağını duymak adeta yüreğimize su serpiyordu!

                                         --------

Ekonomi canlansın diye bütün şehirleri apartman tipi kalitesiz üniversitelerle dolduran, eli ayağı düzgün sayılı sayıdaki üniversitenin yönetim kadrosunu ideolojik bakış açısıyla şekillendiren, kendisi gibi düşünmeyen bilim insanı ve sanatçıları değersizleştirmeye çalışan, eğitim ile ilgili eksikleri dile getiren gazetecilerin söylediklerini dinlemek yerine, onları “şucu bucu” diye yaftalayan, eğitim sistemini 18 kez değiştiren ve her seferinde daha kötüsünü yapmayı başaran aklın; ezbere dayalı eğitim müfredatını çağa uygun hale getirmesi, öğretmenlerin özlük haklarını iyileştirmesi ve okulların yaşam kalitesini yükseltmesini beklemek çeyrek asrın sonunda iyimserliğin ötesinde saflık olurdu.

Yazının başında alıntı yaptığım paragrafta Baş Öğretmenimiz Atatürk’ün milletleri özgür, bağımsız, şanlı ve yüksek topluluklar halinde yaşatacağını belirttiği eğitimin bugünkü eğitim sistemiyle uzaktan yakından alakası olmadığını üzülerek belirtip; lafı daha fazla uzatmadan öğrencilere şans, öğretmenlere kolaylık, velilere ise sabır diliyorum.

İyi dersler...

 

Yazarın Diğer Yazıları