Öncelikle bu haftaki yazımın, Ekrem İmamoğlu'nun alelacele cumhurbaşkanlığı adaylığını açıklayıp destek arayışındaki ilk ziyaretini 8 Mart 2025’te İzmir'e gerçekleştirmesi, İzmir’de yetişen ve SEBATAYCILIĞIN mimarı Sabetay Sevi’nin ve onun yolundan giden “Beyaz Türkler” olarak bilinen Kapancılar ve Karakaşların İzmir’den çıkıp en güçlü lobisinin İzmir’de olması ile alakalı değil. Konu, Sabetaycıların ve onun yolundan giden “Beyaz Türkler” Kapancılar ve Karakaşların aile mezarlığı olan Bülbüldere Mezarlığı. Bu aralar hep mezarlıklardan gidiyorum; bir ayağım çukurda mıdır, nedir, bilemedim. Hayırlısı.
Münevver Ayaşlı’nın yazılarında Bülbül Deresi, sadece bir mezarlık değil, aynı zamanda Rumeli kökenli bir topluluğun İstanbul’daki izlerini sürdürme çabasının bir sembolüdür der ve “Dönmeler İstanbul’da da yine eskisi gibi, İzmir’de, Selanik’te olduğu gibi yaşamışlardı. Dönmelerde o kadar fark gözetenler vardı ki, kendi mezarlıklarına gömülmek isterler, zinhar Türk Müslüman mezarlıklarına gömülmek istemezdi.” (Rumeli ve Muhteşem İstanbul, s. 99) İşittiklerim, Gördüklerim, Bildiklerim (1973) adlı hatıra kitabında ise Osmanlı’nın son dönemine dair gözlemlerini paylaşır. Münevver Ayaşlı’nın Bülbül Deresi hakkındaki yazıları, Sabetayistlerin gizli kimliklerini koruma çabalarına dair bir pencere açar. Mezarlığın, Kapancılar ve Karakaşlar gibi Sabetayist alt gruplarının elit kesimince kullanıldığını belirtir. Münevver Ayaşlı’nın Bülbül Deresi Mezarlığı hakkındaki yazıları, bu mekânı Sabetayistlerin İstanbul’daki varlığının bir yansıması olarak ele alır.
Bülbül Deresi Mezarlığı'nın, Osmanlı döneminde Selanik’ten göç eden ve Sabetay Sevi’nin takipçileri olan Karakaşlar ile Kapancılar cemaatlerinin gömü alanı olarak kullanılmaya başlandığını; burada kendilerine özgü bir mezarlık kültürü geliştirdiklerini, mezarlığın adının çevresindeki Sabetayist inancında "Mesih’in bülbüllerin öttüğü bir dereye geleceği" kehanetinden geldiğini zaten Soner Yalçın’ın Efendi kitabından biliyoruz. Soner Yalçın, topluluğun gizli tarihini ve Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan elit tabakasının varlığını belgelemek için kullanır. Efendi kitabında, bu mezar taşlarının Türkiye’deki “Beyaz Türkler”in kökenine dair ipuçları sunduğunu belirtir.
Burada birçok mezar taşında ölenlerin çerçeveli portreleri bulunur. Bu, Sabetayistlerin Yahudi kökenlerinden gelen bir gelenektir. Mezar taşlarında kelebek, akasya dalları, obeliskler, Jakin ve Boaz sütunları (Süleyman Tapınağı’nı simgeleyen masonik unsurlar), birbirine sarılmış eller gibi semboller yer alır. Kelebek, bazı yorumlara göre reenkarnasyon ya da hayatın geçiciliğini temsil eder. Bu semboller, Yahudilik, Kabala ve Masonlukla bağlantılıdır; bu da mezarlığın gizemini artırır.
Geleneksel Müslüman mezarlarının aksine, buradaki bazı mezarların kıbleye dönük olmaması, mezarların üzerinin Yahudi mezarları gibi kapalı olması, Sabetayistlerin ikili kimliğini yansıtan bir unsurdur. Mezar taşlarındaki şiirler, özlü sözler ve anıtsal yapılar ise, mesela “Sakladım, söylemedim; derdimi gizli tuttum, uyuttum” gibi ifadeler, bu topluluğun gizliliğe verdiği önemi simgeler. Obeliskler ve mermer kabartmalar, sıradan Müslüman mezarlarından ayrılır.
Sinema ve dizi sektörü ellerinde olan, konserleri bile belirleyen bu aileler Ayşe Barım’ın da içeride olması ile rahat organize olamadılar. Son olaylardan bir Gezi çıkaramadılar. Öyle ki WhatsApp grubu kurup tüm ünlüleri boykota davet edip, gitmeyenleri raporlayan Cem Yiğit Üzümoğlu ise boykota destek verdi, gözaltına alındı diye olayı basitleştirdiler. Boykot desteğinden olsaydı şu an yüzlerce sanatçı olurdu içeride.
“Bu savaş, Hıra Dağı’nın çocukları ile Olimpos’un çocukları arasında bir savaştır.” Bu, bir yanda Hıra Dağı’nda doğan tevhid inancının mirasçıları olan, Allah’a teslimiyeti ve manevi bir düzeni savunanların; diğer yanda ise Olimpos Dağı’nda kök salmış, çok tanrılı bir geçmişten gelen, bireysel özgürlüğü, aklı ve dünyevi başarıyı yüceltenlerin arasındaki bitmeyen bir çekişmedir. Örneğin, 7. yüzyılda İslam ordularının Bizans İmparatorluğu ile karşı karşıya geldiği Yermuk Savaşı, Hıra Dağı’nın çocuklarının zaferiyle sonuçlanmış bir çarpışmaydı. Öte yandan, modern dünyada teknoloji ve kapitalizmle şekillenmiş Batı toplumlarının, petrol zengini Ortadoğu ülkelerine yönelik politikaları, bu savaşın günümüzdeki bir yansımasıdır. Her iki taraf da kendi değerlerini üstün kılmaya çalışırken, bu mücadele bazen kılıçlarla, bazen kalemlerle, bazen de fikirlerle sürmektedir.
Mesela Prof. Dr. Behçet Yalın Özkara'nın yayımladığı son ankette, Türkiye'deki siyasal kutuplaşmanın toplumsal ilişkilerdeki yansımalarını gözler önüne serdi. Araştırmaya göre, AK Parti seçmeninin büyük çoğunluğu farklı siyasi görüşteki bireylerle arkadaşlık kurabileceğini söylerken, CHP seçmeninde bu oran dikkat çekici şekilde daha düşük. “CHP’ye oy veren biriyle samimi arkadaşlık kurabilirim.” diyen AK Parti seçmeninin oranı %76,9 iken, “AK Parti’ye oy veren biriyle samimi arkadaşlık kurabilirim.” diyen CHP seçmeninin oranı %25,3’te kaldı.
Aklıselim olan sanatçılar “apolitik” kalıp lince uğrasa da artık eski Türkiye yok. Artık eskisi gibi lobileri de yok, adamları da. O yüzden sokağa çıkan insanları; gerçekten adalete, sisteme inancı kalmayanlar, mahalle baskısına uğrayanlar ve Bülbül Deresi sakinlerinin torunları olarak üçe ayırıyorum.
Son olarak ev ödevi olarak bir soru sormak istiyorum: Protesto gösterilerinde niye muhalefetten bir vekilin, il başkanının, belediye başkanının çocuğu yok? İçeride olan gençleri evlerinden ışık kapatarak destekleyen vatandaşlar, niye çocuklarını sokağa salmıyor mesela?
Bu hamur çok su götürür. ABD’nin niye Avrupa Birliği üyesi ülkelerden daha çok gümrük vergisi alıp Türkiye’den daha az almasını, Yunanistan ve Güney Kıbrıs’ın Türkiye ile neden tekrar masaya oturmak istediğini ve Suriye’de İsrail ile savaş öncesi son ültimatomların yaşandığını inceleyelim, tekrar görüşürüz. Esenliklerle kalın.