Tuğrul Emre Kaya

Demokrasi mi İntikam mı?

Tuğrul Emre Kaya

Görülmeyen iddialar, bilinmeyen söylentilerle mahkûm ediyoruz muhalif olduklarımızı. Ergenekon’da ‘’ASRIN DAVASI’’ ketenperesine getirdiler, Fetö’de dokunulmayan veya görmezden gelinenler varken, son durumlar herkes için kafa karışıklığı oluşturmuş durumda. Yolsuzluk var mı, yok mu? Muhalefet adayının ayağı kaydırılmak için mi yapıldı? Gibi söylemler yapılsa da asıl sorun ve meydanlardaki öfke şu: Sadece belirli kesimin soruşturma geçirdiği, bazılarının korunduğu ve kollandığı. Mesela Melih Gökçek başta olmak üzere birçok şaibeli belediye başkanının niye hiç soruşturma geçirmediği. Yani iktidar tarafında hiç mi yolsuzluk olmuyor? Deniliyor meydanlarda. El çektirilip istifaya zorlanan ama nedense yargılanmayan vekil, bakan ve belediye başkanları kafalarda soru işareti bırakıyor.

Madalyonun diğer yüzünde ise: 28 Şubat’ta ‘’Askerin bir bildiği var’’ , polisin başörtüsü eylemi yapanları coplarla döverek uzaklaştırmasını ‘’polis görevini yapıyor’’ diyerek seyirci kalanlar bugün saraçhanede gaz yiyor. İşte meselenin özü bu, KİME GÖRE DEMOKRASİ, KİME GÖRE HAK değil, hepimizi kuşatan, haksızlığa karşı beraber, kol kola olmadığımız tüm eylemler kaybetmeye mahkumdur anlayışı lazım bize.

Demokrasinin olmadığı yerde muhalefet yok hükmündedir. Senelerdir böyle geldi, böyle gidiyor. Haksızlığa uğrayan haksızlık yapıyor. Hukuksuzluğa maruz kalan hukuk dışına çıkıyor. Adalet yok diyenler, güç kendilerinde olduğunda adaletsizlik yapıyorlar. Siyasi görüş, tutum ve davranışlarımızda karşı tarafa sadece düşmanlık olduğu sürece, ülkede kim kime gücü yeterse kuralları işler.

Türkiye'de demokrasi, hiçbir zaman çözülememiş bir problemdir. Belki de genlerimizde demokrat olmak yoktur. Düşünün, iktidara gelebilmek için bile mağdur olmanız gerekli. Arabesk siyaset anlayışı ile demokrasimizde aynı arabeskin doğduğu topraklar olan Ortadoğu’nun demokrasisi gibi. Hukuk kuralları; bir tarafı, bir kesimi ve bir cinsiyeti korurken diğer tarafı mağdur ediyor. Bir tarafa aşırı imtiyaz hakkı tanırken, diğer tarafa neredeyse hayatta kalma şansı tanımıyor. Eşitlik ve adalet kelimeleri eş anlamlı zannediliyor maalesef.

Ergenekon ve Fetö süreçlerini tahlil edelim, 28 Şubat’tan bu yana başörtüsü ile okula girme yasağını konuşalım, İkna odalarını, Yaş kararlarını inceleyelim, bir Başbakanın bu ülkede asılmasını, darbeleri, 6284 ile kadını korurken 38 ile erkeğin savunma hakkını almak gibi konuları masaya yatıralım. Görün bakın ne adalet ne hukuk ne de demokrasi gözetiliyor. Herkes kendi siyasi ve dini görüşüne göre yorum yapıyor.

Ergenekon’a sonuna kadar inanan, fetöye inanmıyor. Hatta kumpas diyor.
28 Şubat’ı destekleyenler, 15 Temmuz’a tiyatro diyor.
60 darbesini alkışlayanlar, 80 darbesine kızıyor.
Bir şiir için cezaevine giren Erdoğan’a destek vermeyenler, İmamoğlu’na destek veriyor.
Başörtüsü ile okula girilemez görüşünü savunanlar, mini etekle kamu kurumunda çalışılamaz diyenleri linçliyor.
Yaş kararlarının yargıya kapalı olmasını savunan, Cumhurbaşkanı kararnamelerini eleştiriyor.
Yaş kararları ile ordudan ilişiği kesilenleri anlamayan KHK’lıları savunuyor
Başbakan asılan bir ülkede halen görüşüne ters ve nefret ediyor diye halen asılırsa sevinen kitleler var.
Kadınları korurken erkekleri mağdur eden. 
Sokak hayvanlarını korumak ile yok etmek arasında gidip gelen ve iki tarafında birbirini anlamadığı bir sistem ile olmaz bu işler.
Güven ve inanç kalmadı artık insanlarda. İdeolojiler daha ağır basıyor. Kantarda insanlık kaybediyor. Canı yanan can yakıyor. Üzülen üzüyor.
En başa dönüyoruz: KİM KİME GÜCÜ YETERSE DEMOKRASİSİ

Meydanlarda Jean-Jacques Rousseau'nun 1762 yılında kaleme aldığı Toplum Sözleşmesi kitabını okuma eylemi yaparak, bir şeyler anlatmak isteyen arkadaşımızın mesajı buydu aslında. Rousseau, bir toplumun temelini "genel irade" kavramıyla açıklar. Genel irade, toplumun ortak çıkarlarını temsil eder ve herkesin iyiliğini hedefler. Bireyler, kendi çıkarlarını bir kenara bırakarak bu genel iradeye uyduklarında gerçek özgürlüğü bulurlar. Yani, sağın mağduriyeti de seni ilgilendirir, solun mağduriyeti de. Fakat sadece ‘’Eğer yöneticiler, genel iradeye uygun hareket etmez ve halkın haklarını ihlal ederse, toplum sözleşmesi bozulmuş olur. Bu durumda halkın eylem ve protestoyla tepkisini göstermesi gerektiği fikri ortaya çıkar.’’ Kısmı, sığ mesaj olarak alınırsa bunun adı demokrasi olmaz. Zaten Rousseau’nun anlatmak istediği de demokrasinin insan işi olmadığıdır, yani çok zor olduğundan bahseder.

Demokrasi, tüm vatandaşların eşit haklara sahip olduğu bir yönetim biçimi olarak tanımlanır. Rousseau, bu eşitliğin sağlanmasının toplumun adalet ve huzur içinde işlemesi için şart olduğunu düşünür. Bir demokrasinin başarılı olabilmesi için halkın eğitimli ve bilinçli olması gerektiğini savunur. Ayrıca liderlerin halkın genel iradesine sadık kalmalarının hayati önem taşıdığını belirtir. Aksi halde, demokrasi adı altında despotizme dönüşebileceği konusunda uyarılarda bulunur. Nitekim 1940’lardan beridir bu ülkede birileri demokrasiden faydalanırken, bir taraf daima eksik kalıyor. Rousseau, Demokrasinin herkes için ideal bir sistem olmadığını, özellikle bireysel çıkarların genel iradeye üstün geldiği durumlarda zorluklar yaşanabileceğini savunur. Ayrıca, halkın her zaman bilgili ve ahlaki değerlere uygun davranmasının gerektiğini, aksi halde demokrasinin yozlaşabileceğini ifade eder.

"Malo periculosam libertatem quam quietum servitium" "Tehlikeli özgürlüğü kölece rahatlığa değişmem." Fikrini savunan biri olarak hatta ‘’Ekmeksiz yaşarım, hürriyetsiz’’ yaşayamam diyen biri olarak meydanlardaki gençliğe tavsiyem: Herkesin hakkını savunun. Her haksızlıkta anayasal hakkınızı koruyun. Sevmeseniz bile saygı duymayı öğretin.

Bu arada, İzmir’deki seçimlerde en son 1.292.118 oy alan CHP’de, hafta sonu İmamoğlu’na destek için kullanılan oy sayısı 1.200.000 olarak açıklandı. Buradan şöyle bir sonuç çıkıyor ‘’İmamoğlu’na sadece CHP seçmeni sahip çıkıyor’’
 

Yazarın Diğer Yazıları