Siyaset, halkın güveni üzerine inşa edilmesi gereken bir kurumdur. Ancak, sözünde durmayan, telefonlarını açmayan ve söyledikleri ile yaptıkları birbirini tutmayan siyasetçiler, bu güveni yerle bir etmektedir. Halkın oylarıyla seçilen ve toplumun sorunlarına çözüm üretmekle yükümlü olan bu kişiler, verdikleri sözleri yerine getirmediklerinde sadece bireyleri değil, demokrasinin temelini de zedelerler.
Sözünde durmayan, telefonunu açmayan, söyledikleri ile yaptıkları birbirini tutmayan siyasetçiler her partinin, her vatandaşın kanayan yarasıdır. Seçim öncesi öyle bir konuşur, öyle vaatler verir, araya öyle birilerini sokar ki listeye girmek için şaşarsınız. Sonrası ise malum. Köşesine çekilir, listeye girmenin rahatlığı ve konforu ile önce dostlarını hüsrana uğratır sonra da vatandaşın gözünde kendisini. Diğer seçime kadar Allah kerim der.
Bir siyasetçinin en büyük sermayesi, halkın ona duyduğu güvendir. Ancak, vaatlerini unutan, halkın sesine kulak tıkayan ve sorumluluklarından kaçan bir siyasetçi, bu sermayeyi hızla tüketir. Telefonlarını açmamak, halktan uzak durmak ve şeffaflıktan kaçınmak, sadece bir zayıflık değil, aynı zamanda bir saygısızlıktır. Bu tutum, halkın sorunlarını görmezden gelmekle eşdeğerdir.
Sözler ve eylemler arasındaki tutarsızlık, bir siyasetçinin karakterini ve liderlik vasfını sorgulatır. Halk, kendisine verilen sözlerin tutulmasını bekler. Çünkü bu sözler, sadece bir vaat değil, aynı zamanda bir taahhüttür. Bu taahhütlerin yerine getirilmemesi, halkın hayal kırıklığına uğramasına ve siyasete olan inancını kaybetmesine neden olur. Siyasetçiler, unutmamalıdır ki, halkın güvenini kazanmak zor ama kaybetmek çok kolaydır. Güven kaybı, sadece bir bireyi değil, tüm bir siyasi sistemi etkiler. Bu nedenle, siyasette dürüstlük, şeffaflık ve hesap verebilirlik, vazgeçilmez değerlerdir. Sözünde durmayan siyasetçiler, bu değerleri hiçe sayarak sadece kendilerine değil, temsil ettikleri halka da zarar verirler.
Sonuç olarak, halkın güvenini boşa çıkaran siyasetçiler, toplumun geleceğini de tehlikeye atmaktadır. Siyaset, kişisel çıkarların değil, halkın çıkarlarının ön planda olduğu bir alan olmalıdır. Sözünde durmayan siyasetçilere karşı halkın tepkisi, demokrasinin en güçlü silahıdır. Çünkü halk, unutur gibi görünse de aslında her şeyi hatırlar.
Seçimler yaklaştıkça Peyami Safa’nın o sözleri gelir aklıma ‘’Her zaman aynı simalar, aynı sözler, aynı oyunlar... Ne bir yeni zekâ, ne bir yeni eğlence, ne bir yeni hadise.’’
Son sözler ağır olur, ama ağır sözler ağızdan çıkmadan önce yürekte demlenip çıkıyorsa yıkıcı olur. O yüzden siyasete girip, siyaseti kaypaklık zanneden, ortam zaten kaypak bende bu kaygan zeminde kıvırmıyorum, ayakta kalmaya çalışıyorum diyenlere bir sözüm var: Telefonunu açmayan, dostunun derdiyle dertlenmeyen, zekayı kandırmak zanneden, yoğunluğu oyalamak zanneden siyasetçi olmaz. Bırakın siyasetçiyi adamda olmaz. Adam olmayandan da hiçbir şey olmaz. Para kazanırsın ama dost kazanamazsın. En iyi doktorlara gider ama sağlık satın alamazsın.
Her şeyden evvel bize lâzım olan nedir?
Doğruluk.
Daha?
Yalan söylememek.
Sonra?
Sıdk, sadakat, ihlâs, sebat, tesanüd.
Neden?
Küfrün mahiyeti yalandır. İmanın mahiyeti sıdktır. Şu bürhan kâfi değil midir ki, hayatımızın bekası imanın ve sıdkın ve tesanüdün devamıyladır.
Said Nursi Tarihçe-i Hayat adlı eserinde karakter için gerekli olan 5 şeyin aslında kişinin imanı ile alakalı olduğunu söylüyor. Tümevarım sentezi yaparsak, kaypak siyasetçi vatandaşı değil aslında ALLAH’ı kandırıyor. Bu dünyada telefonu açmayanlar, arayan ile öbür tarafta görüntülü görüşecekler. Benim inandığım Allah ve din onu söylüyor. Sizinkini bilemem?