Ulusal refah mı siyasal istikrarı sağlar, yoksa siyasal istikrar mı ulusal refahı sağlar? Araştırmalar göstermiştir ki; dünyadaki en yoksul ülkelerin ortak özelliği, başarısız olmuş siyasal kurumlardır. Hükümetlerin getireceği istikrar ve şeffaflık olmadan, ulusal refahı oluşturacak inisiyatifler ortadan kaybolur. Siyasal kanunlara ve kurallara dayanan kurumların uzun vadeli istikrar ve refah sağlaması ülkenin doğru politik özellikleri kazanması le olur.
Peki Siyasal İktidarı kim sağlar? Pek tabi ki, bizim seçtiğimiz ve oy verdiğimiz politikacılar. Peki o politikacılar nereden çıkar? Pek tabi ki, aramızdan ve çevremizden. İktidarların gücü ve zaafı, milletlerin ilerleme ve yozlaşması, yalnızca politikacıların işinin ustası oluşu ve yönetme yeteneklerinden veya beceriksizliklerinden kaynaklanmaz. Politikacılar iyi veya kötü, kahraman veya zalim olsun, kendi milletlerinin bir yansımasıdır. Politikacılar, milli ruhun birer kopyasıdır ve halk kitlesinin içinden çıkmıştır. Bir millet nasılsa, devlet adamları da o millet gibidir. Bu sebeple eski zamanlardan beri "Her millet, layık olduğu idareye ve devlet adamlarına sahip olur." denilir.
Toplumun fikri ve manevi yönden yükselmeleriyle ilgilenmemenin ve daha ilkokul çağlarında yanlış eğitimin verilmesi sonucu siyasette bu kısır döngüyü yaşıyoruz. Yollar yaptık, fabrikalar yaptık, teknolojiyi had safhalara taşıdık ama insanların ruhuna, maneviyatına ve ev hayatlarına huzur getirecek her şeyden kaçtık. Ne ekersek, onu biçeriz. Ne pişirirsek, onu yeriz. Eğer gençliğin ruhunu tarım yapılmayan bir tarla gibi kendi hâline bırakırsanız, orada ısırgan otları ve dikenler yetişir.
Tolstoy “Hayattaki düzensizliklerin en büyük nedenlerinden birisi şudur ki, herkes hayatında refaha kavuşmayı arzu eder, fakat hayatını çalışarak iyileştirme ve daha iyi bir biçimde düzenleme ihtiyacını hissetmez’’ der. Herkes hayattan bir şey almak ister ancak ona bir şey vermek istemez. Çoğu kimse hayata menfaatçi, zorba ve liyakatsiz bir halde atılır. Hayatın anlamını bu liyakatsizlikte arar. Uzun yıllar boyunca çocuklara böyle bir hayat anlayışı aşılanır. Kimler aşılar? Pek tabi ki, anne ve babalar. Bu telkinlerle yetişen çocuklar, büyüdükleri zaman zorba, aç gözlü, şehvet düşkünü, tembel ve vurdumduymaz olurlar. En sonunda artık hiç kimseye ve hiçbir şeye sevgi ve bağlılık duymayan duyarsız gençler olurlar. Böylesi kişilerde ülkeye, millete, garibana, ezilene, yoksula karşı ne sevgi ne saygı ne de merhamet olur.
Ülkeyi yöneten politikacıları da anne, babalar yetiştiriyor, bir ailede büyüyorlar o yüzden aileye yatırım yapmak lazım. Güven ve sevgi temeli üzerine kurulmuş ailenin zarar görmesi, bireylerin ruhsal ve sosyal gelişimini olumsuz yönde etkiler. Bu temellerin sarsılması ise ruhsal ve duygusal olarak derin etkiler bırakır.
Otobüste yaşlılara yer vermeyen gençleri azarlayan 50 yaş üstü insanlar: Acaba hiç düşündünüz mü saygıyı hak ediyor muyuz diye? Öğrenciye kirayı artırmanın, bekara ev vermemenin, gençlerin giyim kuşamına karışmanın, öğrenciye ayda 100 TL'de olsa bir harçlık ve bir tas çorba vermemenin dışa dönük sessiz bir eylem olduğunu hiç düşündünüz mü? Üst perdeden nasihat buyuran üsluplar, gençleri hiçbir şekilde etkilemiyor. Kendilerinin sansürsüzce ve yargılamaksızın anlaşılmasını ve gündemlerinin yakalanmasını istiyorlar.
Çuvaldızı kendimize batıracağız ve diyeceğiz ki; suç bizde, bizlerde, yetiştirme tarzlarımızda. Aziz Nesin’in Zübük kitabında ki ifadesiyle: “Şimdi çok iyi anladım ki, Zübük bir tane değil, biz hepimiz birer zübüğüz. Bizim hepimizin içinde zübüklük olmasa, bizler de birer zübük olmasak, aramızdan böyle zübükler büyüyemezdi. Hepimizde birer parça olan zübüklük birleşip işte başımıza böyle zübükler çıkıyor. Oysa zübüklük bizde, bizim içimizde. Onları biz, kendi zübüklüğümüzden yaratıyoruz. Sonra, kendi zübüklüklerimizin bir tek Zübük’te birleştiğini görünce ona kızıyoruz.”