Turgay Kılıç

Haberci mi, gazeteci mi?

Turgay Kılıç

Dün akşam saatlerinde İzmir Gazeteciler Cemiyeti’ne gelen usta gazeteci büyüklerimiz Deniz Zeyrek, Doğan Şentürk, Faruk Bildirici, Çiğdem Toker, Dilek Gappi ve Pınar Türenç, günümüz gazeteciliğinin geldiği noktayı anlattı. Bir tür panel eşliğinde başlayıp süren ortam, çok hoş bir tat verdi, bu mesleği sevenler için…

Usta gazetecileri dinleyen ve izleyen gazeteci adayları, yerel gazetelerin yönetimi ve gazeteciler örgütlerinden İGC ile TGS yönetimi de salondaydı.

“Ustalar Gelecekle Buluşuyor” başlıklı panelin başkanlığını İzmir Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Dilek Gappi’nin yönetiminde önemli bir konuyla başlandı. Basın İlan Kurumu (BİK) şartlarını karşılamak için amasız, fakatsız mücadele eden meslektaşlarımız, günün sonunda Başkan Gappi’nin şu cümleleriyle karşılaşıyor:

“Bütün internetteki yeni ve sistem ve üst üste açılan yeni internet sisteminde bizde haber sitesini ve haberciliği karmaşık hale getirdi. Bu da internetteki bilgilerin bilgi mi, doğru bilgi mi ve haber hangisi sorularının birbirleriyle karmaşık hale getirmesini sağladı.”

Kim bu gazeteci?

Türkiye’de gazetecilik bir hobi mesleği olarak görüldüğü gibi ‘güvenilir’ olmanın da dışına itildi. Çünkü şantaj yapan, gazetecinin ‘devlet memurluğu’ olduğunu gören ve muhabir ile muhbirliği de birbirine karıştırılan bir eylem haline getirildi. Bu konuyla pencere açan FOX Haber Genel Yayın Yönetmeni Doğan Şentürk, “Türkiye’de gazeteciler var ve bir de dezenformasyon var ve bir de memurlar var. İletişim dairesine bağlı memurlar var. Bu ülkede eskiden en kıymetlisi memurlardı. Emekliliğin ve hafta tatilinin olduğu ve maaşının da garanti olduğu, işten de ‘kimse beni atamaz’ düşüncesiyle bakılıyor. Gazeteci olup olmamak, tutkusunun olup olmaması, eğitiminin olup olmaması, gözlem yeteneğinin olup olmaması gibi etkenlerin önemi olmuyor bu durumda” dedi.

‘Bizler haberciyiz’

Şentürk, işte o ince çizgiyi şöyle anlattı:

“Muhabirliğin en üst mertebedir derler ev içini hiçbir zaman doldurmazlar. O içini doldurulamayan muhabirlik, memurlukla birlikte iletişim dairesine bağlı olarak iyice içi boşaldı. Ekranlarda gördüğümüz o 10 yıl geçmişine gidemediğimiz kişileri ne üzerine değerlendiriyoruz, ‘muhabirlik yapıp yapmadığına’ göre. Çoğu da yapmamış. Temel sorunlardan biri de muhabirlikti. Muhabirliğin içi bu iktidardan önce de boşaltılmıştı. Bu iktidar geldi ve tüy dikti, şimdi de öyle gidiyor. Muhabirliğin içi boşaltıldığı sürece memurluktan kurtulamıyor. Journalist, habercilikten geliyor. Bizler haberciyiz. Haberi getiren, yazan ve sunan kişidir. Tüm vebali de ona aittir. Gazete ve televizyonların içerisinde haberci mi var? Tepeden inmelerden ibaret çoğu.”

Sanıyorum pek de bir şey demeye gerek yok!

Medya Ombudsmanı (Okur Temsilciliği) Faruk Bildirici, karamsarlığın verdiği etkilere siyah bir örtü çekerek “Karamsar değilim ve karamsarlığa kapıldığım anda geçmişle ilgili bir örnek geliyor aklıma… Bu ülkede gazetecilik hiçbir zaman olağanüstü demokratik koşullarda yapılmadı ki. İktidar yanlısı değilse ve hakikat için bu işi yapıyorsa hiçbir zaman rahat koşullarda gazetecilik yapılamadı. Sabahattin Ali ve Aziz Nesin’in dönemlerini hatırlayın. Onların zorluğu koşullarına rağmen yaptılar. Şimdiki koşullar da kötü ve üstelik enformasyonu vermek isteyen ve gazetecinin önünü açmanın aksine gazetecilerin birer propaganda müfrezesi olmasını isteyen bir siyasi iktidar var karşımızda.

Buna rağmen bu mesleği yapacağız. Çünkü insanların bilgiye ve habere ihtiyacı var” diyerek gazeteciliğin yapılması sonrasında yaşanan etkileri sıraladı:

“Hatırlayın. Bu ülkede sahiplik yapısı değişti. Bizler holdingin birer çalışanı haline geldik. Aynı dönemde birdenbire üzerine radyo ve televizyon geldi. Yine altüst oluşlar geldi ve ona da ayak uyduruldu. Şimdi daha büyük bir alt üst olası bir dijital devrimle karşı karşıyayız. Karşımızda ise bilgiye düşman bir siyasi iktidar var.”

Basın kartı çilesi

Gazeteci Toker, yüzyıllardır basın kartlarının ‘devlet’ tarafından verilmesinin yeni olmadığına vurgu yaptı. İşte gazetecinin, habercinin en can alıcı noktası bu.

Yıllar öncesinde TBMM (Türkiye Büyük Millet Meclisi) işlevi varken ve Başbakanlık yönetim sisteminde ‘Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü’ tarafından basın kartlarını dağıtırdı ve başbakan imzalıydı. Bu da yine ‘devlet’ tarafından verilirdi. Bugün de ‘devlet’in köşeye itilip hükümet tarafından yönetilen ‘İletişim Başkanlığı’ tarafından yine Cumhurbaşkanının da yetkisiyle basın kartları veriliyor.

Pekâlâ, basın kartını kim vermeli?

Elbette, ‘Gazeteci Örgütleri’ vermeli. Ama onun nasıl olacağını gazeteci Toker’den dinleyelim:

“Basın kartlarını devletin vermesi yeni değil. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi yokken parlamenter sistemi vardı ve basın yayın enformasyon genel müdürlüğü verirdi kartları. O zaman da Cumhurbaşkanı imzası yerine Enformasyon Genel Müdürlüğü olurdu, sarı basın kartlarında ise ‘Başbakan’ yazardı. O da çok övünülecek bir şey değildi. Meslek örgütlerini yöneten arkadaşların tartışmaları bu hep var. Basın kartlarının verilmesinin en zor kısmı da gazeteciler örgütünün vereceğinin yanında bu basın kartlarının işlerliğinin olması da çok önemlidir.”

Bu değerli panel, katılımcılara çok şey katsa da elle tutulur pek şey yoktu. Çünkü ‘Gazetecilikte, habercilikte mücadele’ bu işi tutkuyla yapanlarda görülüyor.

Yıllar öncesinde de gazetecilik hep zordu. Ve hep de zor olacak! Sadece iktidar karşısında değil, sahada kolluk kuvvetiyle, içeride şantajcıyla mücadele hep vardı. Habercilik ise her alanda vardır. Haberci hazırlayan gazeteye basana ‘haberci, gazeteci’ denirken bu bilgileri devletle paylaşana da ‘muhbir’ deniyor. İşte bunca koşuşturmacadaki en açık isim bu. Yine habercinin hak ettiği değeri görmediğinin kanısındayım!

Yazarın Diğer Yazıları