Nerede kaldık? Yeteri kadar anlayabiliyor muyuz çevremizdeki olan biteni? Yaşanan krizin farkına varıyor muyuz? Oturduğunuz bir mekânda önünüze gelen menünün fiyatına baktığınızda nasıl hissediyorsunuz kendinizi? Aklınıza ne tür sorular geliyor?
Kahvesi, yemeği, çayı ve diğer tükettiğiniz şeylerin fiyatlarının bir yılda yüzde 200 artışına ne kadar alıştık? Ulaşımdaki artışa, pazardaki ürünlerin etiketine, giysi ve ayakkabının etiket fiyatına….
Tüm bunların yanında sokaktaki kavgalara, silah seslerine, trafik kazası sonrası neden hızlıca birbirimize girip, kurşun yağdırıyoruz? Depreme ve ölümlere… Ne kadar alıştık?
Herhangi bir kapalı alanda saygısızlığı, haksızlığı ne kadar kabullendik? Neden kabullendik? Haksızlığı geçtim, yaşanan sömürüyü geçtim…
Bu yaşananların tamamını nasıl kabullendik?
Tıpkı yüzyıllarca devam eden ‘işçi, emekçi sömürüsünü’ bugün kabul edip zenginler sınıfına girmek için bizim de ‘sömürü’ düzenine geçtiğimizi… Nasıl kabullenebildik? Nasıl onlardan biri olduk?
İlk Müslümanlık dönemlerinde ‘siyahi köleleri’nin ezildiği ve haklarının gasp edildiği düzene ne çabuk geldik?
Çocukların geleceğini çalacak kadar aç gözlü olmayı nasıl başardık? Gençlerimizin umutlarını neden emmenin yolunu arıyoruz? Bunu öğrenecek düzeni ne zaman öğrendik?
En ‘dini’ kullanan da en ‘Atatürk’ü kullanan da en ‘Cumhuriyet’i kullanan da ‘sömürü’nün de alasını yapıyor! Buna ‘dur’ demek için neden bizler de onlar gibi görünmeye çalışıp da ‘sömürü’nün de en gizlisini yapıyoruz?
Övünmenin altında neden samimiyetsizliği yaratıyoruz? Çünkü samimi olmadığımızı iyi biliyoruz ve rol yapıyoruz!
Türkiye Cumhuriyeti, Mustafa Kemal Atatürk ve İsmet İnönü’den sonra en büyük emek, ahlak ve eğitim düşmanı haline geldi. En büyük sömürüyü de ‘Biz Atatürkçüyüz, Cumhuriyetçiyiz’ diyenler yapmıyor mu?
En büyük ahlaksızlığı ‘Din elden gidiyor, İslamiyet, Kudüs elden gidiyor’ diyenler yapmıyor mu?
Mevcut iktidarı sorumlu tutmak sadece, kendini aklamanın da bir oyunu!
Suçlu hepimiziz…