'Ya iz bırakacaksın ya is!'
Ömer Önal, Alaçatı'nın ilk ve tek kitapçısı olarak 35 yıllık mücadelesini, Aziz Nesin'in son anlarına tanıklık eden kitabevinin kuruluşundan Alaçatı'nın değişen yüzüne kadar pek çok konuyu paylaştı.
Alaçatı’nın yakın tarihine tanıklık etmiş, memleketinin dertleriyle dertlenmiş, değişen sosyal, siyasal, kültürel ve toplumsal konuların kimi zaman aktörü, kimi zaman canlı tanığı olan Ömer Önal, Alaçatı’nın ilk ve tek, belki de son kitapçısı olarak Objektif Çeşme’ye verdiği özel röportajda, 25 yıllık terzilik mesleğinden sonra açtığı Alaçatı Kitabevi’nin kuruluşunu ve 35 yıllık direniş hikayesini anlattı.
‘Alaçatı Kitabevi'nin Hikâyesi’
Beni hayatımda hep kokular yönlendirdi. 25 yıl terzilik yaptıktan sonra, 15 Eylül’de Alaçatı’nın işgalden kurtuluşunu kutlayacağız ama kitap, defter lazım oluyor çocuklar için ilçede bunları alacak yer bulamadık, böyle bir eksikliğimiz olduğunu gördüm. Alaçatı Ortaokul Müdürü Ahmet Yaşar Çağlaşan’la sohbet ederken “Ben Alaçatı’ya bir kitapçı dükkânı açayım.” önerisinde bulundum. “Çok iyi olur, çok büyük bir hizmet yapmış olursun.” dedi. O konuşmadan sonra kararımı verdim. Alaçatı Kitabevi’nin hikâyesi 1989’da böyle başladı. Önce çocuk yazarlarını, sonra tüm yazarları imza gününe davet ettik. Alaçatı’da ses getirecek bir yazar getirmek istedim ve Aziz Nesin’i aradım, kendisiyle 5 Temmuz’da buluşmak üzere anlaştık. İmza gününü kitabevinin önünde yapmadık; Cumhuriyet Meydanı’nda, dut ağaçlarının altında düzenledik. İzmir merkezinden ve çevre ilçelerden gelenler de oldu 300 tane kitap imzaladı, yorgundu, oteline yerleştirdik, maalesef Aziz Nesin’i burada kalp krizinden kaybettik. O günden sonra ismim kitapçı olarak duyulmaya başladı; hâlâ devam ediyorum ve son nefesime kadar da direneceğim.
‘Aziz Nesin’in adının Alaçatı’da bir yere verilmesini çok istiyorum’
Aziz Nesin burada benim misafirimken vefat etti ama onu ölüm yıl dönümünde anmayı bir türlü geleneksel hale getiremedik.
Belediye Başkanları Korkuyorlar!
Ben her sene 5 Temmuz’da kendi dükkânımın önünde anıyorum; hatta Ali Nesin’i ve Ahmet Nesin’i de davet ediyorum. Burada sade ve mütevazı bir şekilde anıyoruz ama isminin bir yere verilmesini ve her yıl anılmasını çok isterim.
Hatta Türkiye’nin özgürlüğü ve bağımsızlığı için Alaçatılı devrimci iki kardeşimiz var: Salih Bademci ve kız kardeşi Mine Bademci. Onların adının da bir yere verilmesini isterim.
‘Alaçatı artık korunmalı’
1974 yılında CHP’ne üye oldum ve memleketimin sorunlarını kendime dert edindim. Çeşme’de SHP Sosyal Demokrat Halkçı Parti kurucu üyesi ve belde başkanıyım ve 4 yıl belde başkanlığı yaptım. O dönemde belediye başkanı olmamı istediler ama kabul etmedim. İnsan kendini bilmeli; bilgim yoktu, imar, hukuk, insanlar, siyaset, coğrafya gibi konularda bilgili olmak lazım. Ben dosdoğru bir adamım. Remzi Özen’e sen belediye başkanı ol, biz çalışırız dedim. Alaçatı’da 46 yıllık Demokrat Parti’yi eritip SHP’li bir belediye başkanı çıkardık. Alaçatı o zaman evrildi ve sesini duyurmaya başladı. Çok mücadele verdik, kimse kusura bakmasın; Alaçatı’nın adını duyuran isim Remzi Özen’dir. Alaçatı’nın beş mahallesinin kanalizasyonundan yollarına kadar her şeyi detaylı bir şekilde yaptık, bunların kararını hep beraber aldık. Hatta bir keresinde Remzi Özen’e meclis kapattırdık; sebebi de 80 dönümlük imara açılmak istenen yer vardı Ildır’a giderken buna izin vermedik. Çok kavga ettik, çok tartıştık, çok çalıştık, hep memleket sevdamızdan.
Alaçatı ne zaman marka bir kent olmaya başladı, işler o zaman çığırından çıkmaya başladı. 1990’lardan sonra buraya İstanbullular gelmeye başladı. Başta her şey iyiydi ama zamanla gelenler arttı. Buradaki binaları kendilerine göre çok ucuza getirerek aldılar. Beach club’lar açıldı, canlı müzik diye niteliksiz müzikler başladı, tütün, anason yasakları derken doğası da bozulmaya başladı.
‘Alaçatı’da gürültüden çok rahatsızız, evlerimizde oturamıyoruz’
Gürültünün ortasında yaşamaya çalışan bir kitapçı olarak benim üç yazarım imza gününde masadan kalktı gitti.
Her yerden bangır bangır müzik geliyor. Eskiden komşuluk diye bir şey vardı şimdi o da yok.
Muhittin Dalgıç döneminde Alaçatı’nın resmi olmayan bir anayasası vardı. Plastik masa ve sandalyeler yasaktı, ahşap olmalıydı; tabelalar 40x40 cm olmalı, ışıklı reklam panoları yasaktı. Alaçatı’nın cumbalı evlerine ve tarihi dokusuna sahip çıkılmalı. Masa ve sandalyeler yolun ortasına taşmamalı, müzik seviyesi kontrol edilmeli. Çeşme ve Alaçatı’da ucuz çay-kahve içilebilecek, sessiz ve sakin parklar olmalı.
‘Alaçatı Ot Festivali’nin isim babası Muhittin Dalgıç’tır’
Alaçatı Turizm Derneği ve 2012’de Alaçatı Sanat ve Kültür Derneği’ni biz kurduk. Bu kapsamda Alaçatı Ot Festivali’ni başlattık; festivalin amacı, burada yaşayan Boşnak, Arnavut, Selanik ve Giritlilerin, yöresel yemeklerini (Germiyan’da şekeriçi, Karaköy’de katmer gibi) günışığına çıkarmak, yaşatmak ve sağlıklı beslenme üzerineydi. Bu festivali başlatan isimler Muhittin Dalgıç, Tülin Onaner, Yaprak Uziş, Ömer Önal ve Burak Önal’dır. İsim babası da Muhittin Dalgıç’tır.
‘Çeşme ve Alaçatı için her yıl çalıştay yapılmalı’
Alaçatı’da sörf sporuna sahip çıkılmalı, sörf bitmemeli. Alaçatı Port’un Alaçatı’ya faydası yok, bundan sonra Alaçatı’da imara izin verilmemeli. Çeşme ve Alaçatı için her yıl çalıştay yapılmalı. Alaçatı belki o eski sakin günlerine geri dönmez ama korunabilir. Belediye Başkanımız Lal Denizli, kaçak inşaatlara karşı durmalı ve müzik sorunları çözüme kavuşturulmalı, bu konuda biz de kendisine destek oluruz.
Alaçatı’da kitap günleri ve yazar etkinlikleri hayalim var. Yazlık sinema ve tiyatrolar yapılabilir. Eskiden meydanlara ailecek yazlık sinema izlemeye giderdik.
Çeşme’de kendisine zaman zaman eleştirilerim olsa da bir kadın belediye başkanımız olduğu için mutluyum ama etrafında çıkarcı insanlar var. Sosyal medyayı daha az, sahayı daha çok kullansın, daha çok halka dokunsun. Muhittin belediye başkanı iken bir şey söylemek istediğinde sadece yerel basına açıklama yapardı.
‘Üçüncü kitabımda çok sevdiğimiz, kaybettiğimiz buranın insanları var’
Ben’im Alaçatı ve Bir Zamanlar Alaçatı’da isimli iki eserim var. Üçüncü kitabımı hazırlıyorum buraya gönül vermiş, hizmet etmiş çok sevdiğimiz ama kaybettiğimiz insanlar var onları kaleme alıyorum.
‘Çeşme CHP’de herkesi kucaklayacak, birleştirecek bir ilçe başkanına ihtiyacımız var’
Ben partimi çok seviyorum; hatta oğlum Burak'a vasiyetim var. Ben ölünce mezarıma küçük de olsa bir CHP bayrağı asın, diye.
CHP, 20 yıl önceki CHP değil. Elbette partimizi gençleştirelim, değiştirelim, yenileyelim ama partinin yaş almışlarını, yıllarını bu partiye verenleri unutmamak lazım. Çeşme'de yıllarını partiye adamış insanlar var. Eski ilçe başkanı Coşkun Vural, eski belediye başkanları, bu partiye hizmet etmiş meclis üyeleri ve ilçe yöneticileri var, bu insanların düşüncelerinin de sorulması, fikir alınması gerekiyor.
Çeşme'yi ele alalım; CHP, Çeşme’de ilçe seçimlerinde ve meclis üyesi seçimlerinde blok liste uygulaması getirdi. Blok listeye sadece kendi görüşlerine uygun olanları alıyor, muhalif veya farklı düşünenleri dışlıyorlar. Bu da parti içinde diktatörlük, tek tiplik ya da adamcılık yaratıyor.
Geçtiğimiz yerel seçimlerde Çeşme’de CHP’den 5 tane adayımız vardı ama Lal Hanım geldi. Karaburun kadar olamadık.
Karaburun ilçe örgütü iradesini koydu, genel merkez geri adım attı, adayını çekti, İlkay Hanım’ı tekrar gösterdi. İşte partililik ve ilçe örgütü budur.
Lal Denizli’nin kendisine hiçbir şey demiyorum ama parti tarafından buraya atanmasına karşıyım.
Sosyal medyada partili olup partime zarar veren insanları eleştirdiğimde topluca linç ediliyorum. Bu partililik değil,
Atatürkçülük hiç değil.
Atatürk ve CHP'ni yıpratmaktan başka bir şey değil. Belediye başkanı yanlış yapsa, yanlışlarını bile savunuyorlar.
Bizim partimiz böyle bir parti değil.
Çeşme'de oylarımız yüzde 56'dan yüzde 50'ye düştü. Böyle giderse ilerleyen dönemlerde daha da düşecek.
Çeşme İlçe Başkanlığı’na partiyi ve ilçeyi çok seven, bilgili, tecrübeli, kimseyi ayrıştırmadan, birleştiren bir ilçe başkanına ihtiyacımız var.
Bana böyle bir görev verilirse, bir dönem ilçe başkanlığı yapmak isterim ama bunu koltuk için değil, herkesi kucaklayıp birleştirmek için ve partimiz için yaparım.
‘Çeşme Kent Konseyi olarak Çeşme Projesi’ne karşı ilk kıvılcımı ‘siyah şemsiyelerle’ biz yaktık’
Çeşme Kent Konseyi, Faik Tütüncüoğlu zamanında oluşturuldu, Ekrem Oran başkan yapıldı ama karar defterleri bile yoktu; hiçbir karar alınmamış, hiçbir şey yapılmamıştı. Muhittin Dalgıç döneminde Hakan Kerman başkan oldu, ardından ben başkan oldum. Göreve gelir gelmez ilk işim çocukların elinden tableti ve telefonu nasıl alırız oldu. Onları sinemaya, tiyatroya götürdük, uçurtma festivali düzenledik, karnaval havasında 23 Nisan’ı kutladık. Çevre sorunlarıyla ilgilendik, Ovacık’ta JES’e karşı eylemler yaptık, davalar açtık ve kazandık. Çeşme projesine karşı ilk kıvılcımı ‘siyah şemsiyelerle’ biz yaktık. O gün o salonda Ekrem Oran, “Çeşme’yi ham yaptırmam!” dedi, ertesi gün başka bir gazeteye “Projeye karşı çıkanlara vatan haini!” dedi. Aziz Kocaoğlu dışında CHP’den kimse projeye karşı çıkmadı. Bu beni çok zorladı. Oturduğum koltuğun hakkını veremezsem o koltukta oturmam. Ya iz bırakacaksın ya is, halk bunu görüyor.
Ekrem ile devam edemeyeceğimi görünce istifa ettim.
Çeşme’deki STK’lara gelecek olursak, ben de önce hemen bir özeleştirimi yapayım, özrümü dileyim. Muhittin Dalgıç tekrar aday olduğunda Kent Konseyi ve STK’lar olarak kendisine destek açıklaması yaptık ama doğru değildi.
Ekrem’de tekrar aday olduğunda STK’lar ve muhtarlar imza verdi, bu da doğru değildi.
Sivil Toplum Kuruluşları tabii ki belediye ile iyi ilişkiler kurmalı ama toplumsal katılımı artırmak, sivil ve kültürel değerleri korumak ve geliştirmek gibi asli görevlerini de unutmamalıdır.
‘Son nefesime kadar Alaçatı Kitabevi’nin açık kalması için direneceğim’
Alaçatı’nın ilk ve tek hatta belki de son kitapçısı benim. Çok isterdim başka kitapçı dükkanları da gelsin Alaçatı’ya. Yazarlar gelsin, kitap ve imza günleri düzenleyelim, şiir ve edebiyat günleri olsun ama olmadı. Bazen gürültüden dolayı çok zorlanıyorum ama son nefesime kadar burayı açık tutmak için direneceğim.