Atatürk’ü bir de Basmane’den dinleyin! Yunan Generali: Ben Atatürkçüyüm
Ahsen Demircioğlu/ İzmir’in unutulmaz terzilerinden 83 yaşındaki Reşat Yoğurtçu, 1970’li yıllarda kentin en önde gelen ustalarından...
Ahsen Demircioğlu/ İzmir’in unutulmaz terzilerinden 83 yaşındaki Reşat Yoğurtçu, 1970’li yıllarda kentin en önde gelen ustalarından biri olarak adını altın harflerle yazdırdı. İş insanlarından futbolculara, yabancı misafirlerden İzmir’e gelenlere kadar herkes, Yoğurtçu’nun elinden çıkan özel tasarımlarla buluştu. Basmane’de mütevazı bir dükkânda işine devam etti. Tadilat işlerine yönelerek geçimini sürdürmeye karar verdi, fakat yaşamının en zorlu dönemini 2016 yılında yaşadı. Yan dükkanındaki binada çıkan yangın, terzi dükkânını küller içinde bıraktı.
Eskiden tanıyanlar, duydukları haberle birlikte Yoğurtçu’ya destek sözü verdi. Ancak, bu destek genellikle küçük bir grup esnaf arkadaşıyla sınırlı kaldı. Yangında zarar gören işyerinin küllerini temizleyen Yoğurtçu, kendi elleriyle dükkânını tamir etmeye başladı. Bu çaba, sadece bir terzi dükkânını değil, aynı zamanda bir ömrün, emeğin ve mücadelenin sembolü haline geldi. Gözlerindeki azim ve yılmayan ruhu, onun geçmişle gelecek arasında kurduğu bağı yansıtıyordu. Reşat Yoğurtçu’nun öyküsü, bir terzinin sadece iğneyle iplikle değil, aynı zamanda sevgiyle, azimle ve yaşam sevinciyle dokuduğu bir destan.
Azim ve tarih kokan bu dükkâna adım attığınızda kumaş ve ipliklerin arasında bir ses karşılıyor sizi. Biraz sohbet etmeye başladığınızda çevreden geçen turistlerin dükkâna gelerek Reşat amcaya hâl hatır sorduğunu ve fotoğraflar çektiğine şahitlik ediyorsunuz.
Reşat Yoğurtçu
Tam bu noktada şöyle bir anısını dile getiriyor Reşat amca:
“Bir grup geldi 60-70 kişilik. Türkiye’nin her tarafını gezmişler. Çalışırken yaşlı bir bey ‘merhaba’ dedi. Ben de Yunanca karşılık verince şaşırdı ve Yunancayı nereden bildiğimi sordu. Gruba da ‘burada bir Yunanlı var, gelin’ diye seslendi, topladı hepsini. Toplanan kalabalığa, ‘Çok yaşa Yunanistan çok yaşa Türkiye’ dedim Yunanca. Alkışladılar, tatlı konuşmalar oldu. Yanımda duran beyaz bluzlu ve mavi etekli bir kadın vardı. Dedesi Kayseriliymiş. Türkçe biliyordu kadın ancak gizliyordu kendisini. ‘Ben pastırma’ dedi. Şaşırdım, ‘Sen Kayserili misin kız’, dedim sarıldık. 3 çocuğu varmış. 2 kızı üniversitede okuyormuş bir oğlu da doktormuş. Bana ‘Bizim evde Türkçe dededen kalmadır’ dedi. Grubun ortasında bir hanım vardı, turizm müdürüymüş. Ortadaki o hanım da bana ‘Seni öpmeden bir yere gitmem. Türkiye’yi gezdik, buradaki havayı görmedik. Teşekkür ederim sana’ dedi. Türkiye’yi ne güzel temsil ettin burada dediler. Bu benim için pek mühimdi. Ülkemizi güzel temsil etmek gerekir’.
Hoşgörü ve nezaketin önemini sıklıkla vurgulayan Reşat amca bir başka anısına ise şöyle devam etti:
“Bizim o taraflarda oturan mühendis bir kız var. Samos Adası’na gitmişler grup olarak. Gittiklerinde sıcağın altında 3 saat tutmuşlar. Kızcağız ‘İtalyanları, Fransızları gölgede oturttular bizi güneşte tuttular’ dedi. Neden biliyor musun kızım, diye açıkladım, burada bir toplantıda uygunsuz birisi bir taş atmış Yunanlının göğsüne gelmiş. Hemen bildirmişler Yunanistan’a. Size ondan yaptılar. Suç bizde dedim. Biz burada böyle yaparsak onlar da yapar, dedim. Onun için edepli güzel davranmak gerekiyor.”
‘BASMANE BİR MOZAİK’
Basmane bir mozaik. Ermeni, Yunanlı, Yahudi, Türk 4 ırk birden yaşadı. Türkler Kocakapı derler orada oturur, bu bölge de ise çoğunlukla Ermeniler ve Yunanlılar otururmuş. Burada doğanlar, bir yaşında Yunanistan’a gidenler geliyor bana. Bakınız bana hediye getirdiler, hediyesiz gelmezler. Ben de hanıma söyledim paket bir paket hazırlardık. Geldikleri zaman hediyeleri hazır, bekliyorum. Bu insanlar samimiyeti sever. Sultanlar benim dedemi adalarda su işleri müdürü yapmışlar. Her giden bir cami yaptırırmış anılsın diye. Dedem de hamam yaptırmış. Eskiden evlerde hamam yoktu. Beyler sabah yıkanır, öğlen de hanımlar yıkanırdı. Bir bütünlük varmış. Karşılıklı iyilik ve hayır varmış. 60‘lı yıllarda İzmir çok güzeldi. Yollar mis gibi kokardı. Benim arkada incir ağacım var. O ağacı ilahilerle diktik tüm mahalleyi besledi. Bir bisikletim vardı, her sabah Kordon’a çıkar heykele kadar gider öyle başlardım işe. İstanbul-Ankara buraya akıyor şimdi. İzmir bulunmaz bir yer. O yüzden birbirimizi sevelim, sayalım. Şimdi çok yabancı var. Yabancıların içinde de çok iyi insanlar var, yaramazlar da var. Taş atmaya alışanlar var. Geçenlerde camımı kırdılar. Arabalar geliyor, geçiyor. Lastikleri patlayabilir. Sokağı temizledim. Edep terbiye kalmamış”.
‘YARIN SABAH HEPİNİZ BU MİLLET İÇİN ÖLECEKSİNİZ!’
Ağabeyiyle bir anlaşmazlık sonucu Alsancak’tan Basmane’ye gelmiş Reşat amca. Şu an işlerini devam ettirdiği dükkânı ise rahmetli kayınpederinden kalma imiş. Kayınpederi ile ilgili anısını ise şöyle anlatıyor Reşat amca:
“Kayınpederim Atatürk’ün askeriydi. Atatürk’ün Kocatepe’deki fotoğrafı vardır meşhur. O fotoğrafı çekildiği vakit benim kayınpeder yanında idi. Atatürk, ‘İsmail’ diye çok severmiş rahmetliği. İzmir’i nasıl kurtardık, neler neler yaşadık’ diye içli içli anlatırdı. Neler çekmişler. Örneğin, o fotoğrafı çekindiği vakit Atatürk açmış. Gelip orduya ‘Çocuklar siz de açsınız, ben de açım. Köylere gidecekseniz. Kuskus bulgur ne varsa bize verecekler’ demiş. Atlarla köylere inmişler. ‘O analar, bacılar bizim başımızın tacı’ derdi rahmetlik. Paşamızın emrini duyunca hepsi neleri varsa vermiş. Bir yaşlı nine gelip ördüğü yün çorapları ve iç çamaşırları versem olur mu diye sormuş ve elinde ne varsa vermiş. Kayınpederim, ‘Yüklendik geldik. O gün o halk sayesinde karnımız doydu. Akşam 6-7 gibi Paşa geldi, ‘Yedik, içtik. Yarın sabah hepiniz bu millet için öleceksiniz! diyerek çıkıp gitti. Birden hazırlık yapılmaya başlandı. Sabah 4’te İzmir’e saldırdık’ diye anlatırdı.”
‘ACIYI BİLEN HER ŞEYİ BİLİR’
“Halkapınar’da şehitlik var. Orada 41 arkadaşını şehit vermiş. Ne zaman oradan geçsem mutlaka okurum ruhları için. Onlara su ekmek gönderemeyiz. Ancak dua gönderebiliriz. 97 ölüm var benim. Hepsine her Cuma okur gönderirim. Bu dünyada iyi olmak lazım. Hepimiz iyi olalım. Allah bu millete zeval vermesin. Allah Türkiye’mize zeval vermesin. Ben hep öyle dua eder çıkarım evden. Neden? O acıyı gördük ben o ikinci dünya harbini gördüm. Açlık sefalet vardı, insanlar çoraplarını bir indirir bitler havada uçardı. Kendi malından bir şey kesemezdin, yasaktı. Geceleri ağabeylerim tarlalara giriyorlardı, makaslarla arpa buğday kesiyorlardı. Annem onları kavurup el değirmeninde çekip ezdirme yaparak besliyordu bizi. ben bunları gördüm çocuğum. Okula nal ile gittim, o acıyı yaşadım. Bunları gördükten sonra şimdi çok şükür çoğu şeyimiz var, şükretmemiz lazım. Birbirimizi sevip saymamız lazım. Acıyı bilen her şeyi bilir. Dışarda yaşayan buraya gelince toprağı öper, dışarıda bir yudum su vermezler insana. Dost dost diyorlar ya hepsi düşman. Bizim coğrafi konumumuz çok önemli.”
‘SABAHA KADAR KİTAP OKUR, GÖĞSÜNDE KUR’AN TAŞIRMIŞ’
Atatürk ile Sabiha Gökçen’in arabada olan fotoğrafına işaret ederek bir başka anısını da şöyle ifade ediyor Reşat amca:
“Ben çok şaşırıyorum Atatürk’ü nasıl kötü görüyorlar? Bu adam nasıl düşünmüş sabahlara kadar. Bu memleketi kurtarmış bize hediye etmiş. Onun şoförü benim babamın amcasının oğlu. Kemal abi kullanıyor. O her şeyi anlattı. Atatürk sabaha kadar kitap okurmuş. Göğsünde de Kur’an taşırmış. Nasıl kötüleyebilirsiniz böyle bir insanı? Benim komşum var. Geldi bir gün bana ‘Ben Atatürk’ü sevmem dedi. Sebebini sordum. ‘Bastığın yer sana Atatürk’ün hediye ettiği yer’ dedim. Düşündü kaldı bir süre. ‘Atatürk olmasaydı biz yoktuk’ dedim”.
YUNAN GENERALİ ‘BEN ATATÜRKÇÜYÜM’ DEDİ
Reşat amca 1970’li yıllarda Alsancak NATO’da görev yapan bir general ile yaşadığı anısını ise şöyle dile getirerek sözlerine son verdi:
“NATO Alsancak’ta Yunan subaylar vardı. Yunan 4 tane general vardı. İçlerinden biri prova yapacakken arabayla geldi, Alsancak ayağa kalktı. Askerler sağlı sollu dükkânı koruma altına aldı. Prova yaparken de güldüm. ‘Neye güldün küçük terzi?’ dedi bana. Bizi de götürürler mi diye gülerek cevap verdim. ‘Ben Atatürkçüyüm dedi gururlu bir şekilde. Yunan Generali ‘ben Atatürkçüyüm’ dedi bana yahu! Sonra rica ettim sivil gelmesi için. Bir gün sivil olarak geldiler. Bir general daha vardı, Fransa’da doğmuş. Kimsenin ikram ettiği bir şeyi yemezmiş. Kalabalık bir grup olarak geldiler. Ne ikram etsem, diye düşündüm. Adaçayı ikram etmeyi teklif ettim. Yanımızda kahveci Ramazan vardı. Yeni tıraş olmuş, beyaz gömlek lacivert pantolon giymişti. ‘Ramazan tam zamanında tıraş olmuşsun, 10 tane adaçayı yap dallı, yanına da limon. Bunları tepsiye koy. Omzuna da peşkir at dedim. Yunanistan’da garsonlar omzuna peşkir atarlar. Ramazan içeri girince hepsi ‘biz Atina’da mıyız yahu? dedi hep bir ağızdan. Kumaşları çok beğendiler. Prova için tekrar sözleştik. Cumartesi günü müsait oluyorlardı. Generale ceketi giydirdim. Put gibi duruyor, kımıldamıyor. ‘Sayın general lütfen rahat durun, rahat prova yapmam gerek” dedim. ‘Efendim, biz terzilere çok önem veririz. Sizler bizim edep yerlerimizi kapatıyorsunuz” dedi. Böyle bir laf kimseden duymadım. Bunları da yaşadık bunları da gördük. Tayin olup gittiğinde İzmir NATO’yu aramış. ‘Akşam işten sonra terzime gideceksiniz, alnından öpüp selamımı söyleyeceksiniz’ diye talimat vermiş. Akşam bir baktım albay, binbaşı yarbay, yüzbaşı geldi dükkâna. ‘yarın tekmil vereceğiz Selanik’e, size selamları var. Bir de sarılmamızı istedi’ dedi.”
Fotoğraflar: Turgay Kılıç