Beyin, orkestra, zihin orkestra şefi

Kronikleşen stresin bağışıklık sistemine zarar verdiğini, stresin artmasıyla zihin-beden ilişkisinin bozulduğunu söyleyen Prof. Dr. Nevzat Tarhan, zihnin yanlış kullanılmasının bedelini bağışıklık sisteminin ödediğini açıkladı. Zihnin kuantum alıcısı gibi çalıştığını kaydeden Tarhan, bağışıklık sisteminin zayıflamasıyla vücutta kanser hücrelerinin çoğalabildiğini sözlerine ekledi

Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü, Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, yaşamda beynin iyileştirici gücünün önemini anlattı. Prof. Dr. Tarhan, 21. yüzyılda tıpta yenilik olarak zihin-beden tıbbının ortaya çıktığını, eskiden bedenin zihni etkilediği, düşünce ve duyguların bedeni etkilemediğinin sanıldığını ancak bu anlayışın değiştiğini kaydetti. “Artık beden ve zihnin karşılıklı olarak birbirini etkilediği kabul ediliyor” diyen Tarhan, “İnsanın nasıl düşündüğü ve hissettiği, düşünce kalıplarına göre bedende ve bağışıklık sisteminde karşılık buluyor. Bu etkileşim, kimyasal sinyaller aracılığıyla bağışıklık sistemi ve sinir hücreleri arasında gerçekleşiyor ve psikonöroimmünoloji adı verilen bir bilim dalı tarafından inceleniyor. Zihnimiz kuantum alıcısı gibi çalışıyor” İfadelerini kullandı.

Zihin-beden tıbbının, insanın düşünce alışkanlıkları ve tarzının hastalıkların iyileşmesi veya oluşması üzerindeki etkilerinin araştırıldığını dile getiren Prof. Dr. Tarhan, “20. yüzyılda bu konu dile getirilse yeterli kanıt yoktu. Ancak genetik biliminin gelişmesi, biyolojik göstergelerle kanıtlar arttı. Kanser ve bağışıklık sistemi hastalıkları bu alanda önemli yer tutuyor. Bağışıklık sistemini güçlendirmenin önemi, kanserin oluşumu ve tedavisinde de vurgulanıyor. Kanser vakaları artarken, zihin-beden tıbbı artışın nedenlerini araştırmada önemli alan haline geldi. Zihnimizin bedenimizi iyileştirip iyileştiremeyeceği en çok sorulan sorulardan biri haline geldi” diye konuştu. 


ZİHİN VE BEYİN AYNI ŞEY DEĞİL!

“Zihin ve beyin aynı şey değil. Beynimiz, zihnin işlevlerini yerine getiren bir araç. Beyin, orkestra gibi çalışırken, zihin orkestra şefi gibi davranıyor” diyen Prof. Dr. Tarhan, zihinde bilinç, bilinçaltı, bilinçdışı olarak bilinen kısımların, beyindeki örtülü belleği temsil ettiğini, beyinde kayıtlı bilgilerin, bilinçaltında saklandığını ve gerektiğinde ortaya çıktığını ifade etti. Çocukluk çağı şok yaşantıları gibi travmaların çözülmesinin, birçok hastalığın iyileşmesine ve uzun süreli sorunların çözülmesine yardımcı olabileceğini anlatan Prof. Dr. Tarhan, “Mekanizmaları anlaşılmaya başladı. Bağışıklık sisteminde T hücreleri rol oynuyor. Kişinin olumlu düşünce alışkanlıkları T hücrelerini artırırken, olumsuz düşünceler bağışıklık sistemine zarar verebilir. Düşünce ve duygular birlikte güçlü etkiliyor. Çekim yasası olarak bilinen, düşüncelerin gerçekleşmesi durumu düşüncelerle gelen güçlü duygularla ilgili. Duygular güçlü olduğunda düşünceler daha etkili olur. İnanışlarımız ve düşüncelerimiz zihnimizde pozisyon alıyor, buna göre algı ve duruş geliştiriyor, tepki veriyor. Olumlu veya olumsuz sonuçlar doğurabilir. Zihni iyi yönetmek, bedenimizi de iyi yönetmemizi sağlar” diye konuştu.

Prof. Dr. Tarhan, olumlu düşüncenin, olumsuzlukları tamamen yok saymak anlamına gelmediğini ifade ederek, “Kişisel gelişimde sadece olumlu düşünmek, negatif şeyleri yok saymak, kişiyi bazı durumlara karşı zayıf hale getirebilir. Bu yaklaşım, tehlikeleri göz ardı ederek hata yapma riskini artırabilir. Hayatta hem olumlu hem de olumsuz yönler, tehditler ve fırsatlar vardır. Tehditleri analiz ederek, fırsatlara odaklanmak gerekir. Bu, otomobil kullanmaya benzer; ön camdan ileriye bakarken, dikiz aynalarından gelen tehlikeleri de kontrol ederiz. Hayatta da aynı şekilde, bulunduğumuz durumu bilip, geçmişteki tehditlere göz atarak ama asıl olarak ileriye doğru yol almalıyız. Böyle bir yaklaşım, hata yapma olasılığını azaltır. Ayrıca, amacı olan kişiler kendilerini daha iyi kontrol eder ve zamanlarını daha iyi yönetirler. Amaç ve anlam birlikte olmalıdır. Amaçsız ve anlamsız yaşayan biri, hayatta ne yapacağını bilmez ve geleceğe dair projeksiyonu olmaz.” dedi.

Prof. Dr. Tarhan, “Sabah günü planladığımızda, beyin bu planları otomatik uygular. Beyin aynı zamanda yeni şeyler öğrenme kapasitesine de sahip. Bu nedenle, kendimizi sürekli programlayabilir ve yeni hedefler belirleyebiliriz” dedi.

STRES KRONİKLEŞİRSE BAĞIŞIKLIK SİSTEMİNİ BASTIRIYOR

Sabah 4'te kalkacağına inanarak yatan kişinin saat kurmadan kalkabileceğine işaret eden Prof. Dr. Tarhan, “Ancak ‘kalksam da olur, kalkmasam da’ diye düşünürsen, uçağı kaçırabilirsin. Bu, beynin kendini programlama yeteneğiyle ilgili. Zihin-beden tıbbı bu temele dayanır. Kalbinin yavaşlaması için parasempatik sinir sistemini devreye sokar ve ‘rahatla, tehlike geçti’ mesajını verir. Vagus, vücudun en uzun siniridir ve tüm iç organlardan gelen duyuları beyne ileterek organların rahatlamasını sağlar. Sempatik sinir sistemi savaş veya kaç tepkisini tetikler. Tehlike anında vücut enerji kaynaklarını kana pompalar, kaslar kasılır, tansiyon yükselir, beyin damarları genişler ve dikkat artar. Bu, akut streste koruyucu olabilir. Ancak stres kronikleşirse bağışıklık sistemini baskılar ve zarar verir” diye konuştu.  

ZİHNİN YANLIŞ KULLANILMASININ BEDELİNİ BAĞIŞIKLIK SİSTEMİ ÖDÜYOR…

Günümüzde stresin artmasıyla birlikte zihin-beden ilişkisinin bozulduğunu kaydeden Prof. Dr. Tarhan, şöyle konuştu; “Zihnimizi yanlış kullandığımızda, bunun bedelini bağışıklık sistemimiz ödüyor. Kronik stres, bağışıklık sistemini zayıflatarak kanser hücrelerinin çoğalmasına yol açabiliyor. Bağışıklık sistemi kronik streste zayıfladığı için de uyuyan kanser hücreleri başlıyor çoğalmaya. Hepimizin vücudunda tek tük kanser hücreleri vardır. Bağışıklık sistemi hücreleri onları kontrol eder. Zararsız dururlar. Ama bağışıklık sistemi zayıflayınca etkileri ortaya çıkıyor. Plasebo etkisinin tersi. Plasebo etkisinde, baş ağrısı olanlara verilen etkisiz haplar hastaların yüzde 40'ının ağrısını geçirir. Kişi ilacın işe yarayacağına inanır, beyin endorfin salgılar. Bu endorfin, morfin gibi ağrıyı keser ve rahatlama sağlar. Nosebo etkisinde, kişi hasta olacağına inanırsa gerçekten hastalanabilir. Zihin-beden tıbbının temelinde, kişinin iyileşme beklentisi önem taşır. Ümidini kaybetmeyen kişiler yoğun bakımda bile iyileşebilir. Zihin-beden tıbbı, iyileşme sürecinde büyük rol oynar. Koruyucu ruh sağlığı açısından, kişinin yaşam felsefesini olumsuzu görerek ama olumluya odaklı beklentiyle yaşayacak şekilde düzenlemesi gerekir. Buna ‘temkinli iyimserlik’ denir. ‘Bana bir şey olmaz’ demek temkinsiz iyimserliktir, ancak ölçülü ve dengeli iyimserlik hastalıkları önleyici olabilir. Hastalık ortaya çıktıktan sonra özellikle onkolojide, uzmanların psikiyatrist gibi davranması büyük önem taşır. Kanseri tedavi eden uzmanın yüz ifadesi önemli. Yüzü düştüğü zaman hasta ümitsizliğe kapılıyor. Hastaya güven veren uzmanlar etkili oluyor. Kalp krizi geçiren hastalara yoğun bakımda ikinci krizi önlemek için antidepresan veriliyor. Bu beynin tepkilerini yumuşatma çabası. İnsanın kontrol edemediği durumlarda uzmandan yardım alması işini kolaylaştırıyor. Ancak, uzman sadece rehberlik eder; kişinin bu rehberliği nasıl uygulayacağını kendisi belirlemeli. Uzman, köprüyü nasıl geçeceğini gösterir, ancak köprüyü geçecek olan kişinin kendisidir.” 

HÜSNİYE SEVAL ACUN
 

Bakmadan Geçme