• Haberler
  • Gündem
  • Eğitim Sen Temsilcisi ÇEDES’e niçin karşı olduklarını anlattı

Eğitim Sen Temsilcisi ÇEDES’e niçin karşı olduklarını anlattı

Eğitim Sen Torbalı Temsilcisi Nuri Önder, Yeni İzmir Gazetesi'nden Hasan Demir'e verdiği röportajda, ÇEDES projesine niçin...

Eğitim Sen Torbalı Temsilcisi Nuri Önder, Yeni İzmir Gazetesi’nden Hasan Demir’e verdiği röportajda, ÇEDES projesine niçin karşı olduklarını anlattı.

ÇEDES Projesinin asıl amacı nedir?        

Milli Eğitim Bakanlığı bu güne kadar birçok protokolün altına imza atarak dini cemaat ve tarikatların eğitim alanına etkin olmalarının önün açmıştı. Okullarda seçmeli din derslerine zorunlu seçmeli hale getirilen dini referanslı dersler de eklenerek, bilimsel görüş yavaş yavaş okullardan uzaklaştırılmaya başlandı. Özel olarak tasarlanan ve her türlü olanağa sahip olan yüksek bütçeli imam hatip ortaokulu ve liselerinin. Devlet okulları işlemez hale getirilerek yıldızı parlatıldı. Ancak beklenen ilgiyi görmeyen bu okul türleri varlıklarının korurken bütün okulların imam hatipleştirilmesi, siyasi iktidarın be bakanlığın temel politikası haline geldi. Geçen haziran ayında Milli Eğitim Bakanlığının Gençlik ve Spor Müdürlüğü ve Diyanet işleri Başkanlığı ile birlikte hayata geçirdiği kısaca ÇEDES olarak ifade edilen “Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum” protokolü de bu kapsamda değerlendirilmelidir.

ÇEDES kapsamında vaiz, imam hatip ve Kur’an kursu öğreticilerinin, ilahiyat fakültesi mezunlarının eğitim kurumu olan okullarda ‘manevi danışman’ olarak görev yapmalarının önü açılmaktadır. ÇEDES protokolü ile öğrenciler okulun içinde yeni din görevlileri ile karşılaşacaktır. Manevi danışmanlarla öğrencilerin okul dışında Diyanet İşleri Başkanlığı ve Gençlik ve Spor Bakanlığı kamplarında buluşmaları, okullardaki koordinatör öğretmen ve Gülen cemaatinin “abla ve ağabeyleri” gibi koordinatör öğrencilerle dini telkinler yapan “değerler eğitimi” çalışmalarına katılmaları sağlanacaktır. ÇEDES projesi ile Milli Eğitim Bakanlığı ve Gençlik ve Spor Bakanlığı, Diyanet İşleri Başkanlığına, dinci tarikat ve cemaatlere öğrencileri devşiren bir işlev görmüş olacaktır. Protokolün süre sınırlılığı olmaması, üzerinde değişiklikler ve ilaveler yapılabilir olması, yarın bu protokol kapsamında okullarda görevlendirilen, imam, vaiz, kuran kursu eğitimcisi vs din görevlilerinin hangi statülere yükseltilebileceği, hangi yetkilerle donatılacağı konusunda endişeleri haklı çıkarmaktadır.

Projenin adına bakıldığında, okullardaki herhangi bir öğretmenin, eğer sayısı yeterli değilse yeni atamalarla göreve başlayabilecek olan öğretmenlerin (bu güne kadar hep yaptığımız gibi), çevre duyarlılığını aşılamasının ve temel hak ve özgürlükleri referans alan evrensel insani değerleri öğrencilere kazandırmasının önünde hiçbir engel yoktur. Ancak MEB ve Diyanet işbirliğinin, toplumdaki farklı düşünceleri, farklı inanç ve mezhepleri, farklı kültürleri ve temel olarak evrensel insan hak özgürlüklerini hiçe sayan bir noktadan hareket ettiği ve bu ve benzeri projelerin, bu farklılıklar karşısındaki rahatsızlık ve hazımsızlıktan beslendiği görülecektir.

Okullara görevlendirilecek olan din görevlileri için “öğrencilerin moral ve motivasyonlarını artırıcı rehberlik hizmetlerinde bulunan” kişi tanımlaması yapılmaktadır. Oysa okullarda öğrencilerin moral ve motivasyonunu düşüren, kalabalık sınıflar, fiziki şartları okul olmaya uygun olmayan binalar, kuru betondan oluşan okul bahçeleri, gelecekle ilgili korkuları ve istihdam politikaları, gündelik hayattan kopuk ezberci eğitim sistemi, yasaklar ve özgür düşünceye konan sınırlandırmalar, altından kalkılmaz hale gelen okul masraflarıdır. Eğitimin temel sorunlarına kulaklarını tıkayan, gözlerini kapayan MEB ise sahip olduğu kaynakları din görevlileri için harcamayı seçmektedir. Ayrıca sorun moral ve motivasyonu artıracak rehberlik hizmeti ise okullardaki var olan Danışman Öğretmen sayısı hızla artırılmalıdır. Bunu yapmak Bakanlığın elindedir.

Zararlarının ne olacağını düşünüyorsunuz?

Hiçbir toplum birbirinin aynı ve tamamen aynı düşünen, aynı inancı paylaşan, aynı ‘manevi değerleri’ benimsemiş insanlardan oluşmamaktadır. Tam da bu gerçekten hareketle, Laiklik anlayışı gereği, farklı, inanç, düşünce ve değerler karşısında tarafsız olması gereken bir devletin, sadece bir dinin ve mezhebin öğretilerini, sadece belli bir inancın benimsediği manevi değerleri tüm okullarda ‘tek doğru’ olarak öğretmeye çalışması doğru bir uygulama olmadığı gibi, farklı inançtan öğrencilere yönelik açık bir dayatma ve ayrımcılıktır.

Laikliğin varlığı, din ve mezhep farklılıkları üzerinden farklı inançtan ve mezhepten insanların birbiriyle çatışmalarına son vermek, her inancın kendisiyle ve diğer inançlarla eşit haklar temelinde ilişki kurmasını güvence altına almak açısından önemlidir. Değişik din, mezhep, inanç ve dünya görüşünden insanların gerçek anlamda “eşit yurttaş” olarak kabul edilmesi, devletin bütün inançlara eşit mesafede ve tarafsız yaklaşmasına, günlük yaşamın her alanında okulda, üniversitede, iş yerinde, sokakta, farklı kimlik, inanç ve dünya görüşleri arasında ayırım yapılmamasına bağlıdır. ÇEDES projesi bu yönüyle hem laik yaşama hem de laik eğitim anlayışına temelden aykırılıklar içeren bir düzenlemedir.

Öte yandan dinselleştirme ile milyonların içine itildiği yoksulluk ve sefalet arasında güçlü bir bağ vardır.  Kendi sömürü düzenlerini koruyabilmek ve kendi ayrıcalıklı konumlarına halkın geniş kesimlerini ikna edebilmek için piyasacı politikalarını, muhafazakâr politikalarla örtmeye çalışmaktadırlar. Dini siyasete alet ederek, siyaseti dini söylemlerin koruması altına almaktadırlar.

İzmir ve Eskişehir’in pilot bölge olarak seçilmesinin bir amacı var mıdır?

Bunu hangi hesaplarla yaptıklarını bilemiyorum. Ama eğitim kurumlarının herhangi bir şekilde dini içerikli proje ve etkinliklerin mekânı haline getirilmesinin okullara ve eğitim sistemine olumlu anlamda en küçük bir katkısının olmadığı açıktır. Okullarımız, farklı inanç gruplarının her birinin eşit değerde görülmesi gereken, hiçbir öğrencinin inancı ya da felsefi düşüncesi nedeniyle ayrımcılığa uğramadığı kurumlar olmak zorundadır. Öğrenciye kazandırılması gereken tutum ve davranış da işte bu demokratik düşüncedir.

 

Müftülük yetkili bir kişi “imamların derse girmesi söz konusu değil, yalnızca bazı sosyal sorumluluk projelerine rehberlik edecekler. Konu yanlış anlaşılmakta ve saptırılmaktadır” dedi bu konuda ne düşünüyorsunuz?

ÇEDES Protokolünün içeri ve amaçları yukarıda da değindiğimiz gibi tam da müftülüğün tarif ettiği şekildedir. Biz imamlar derslere girecek demedik(ki ilerisi için bunun önünün açıklığı projenin içinde bir olanak olarak durmaktadır). Bilimsel ve laik eğitim kurumlarında hangi ad ve amaçla olursa olsun din görevlileri bulunamaz dedik. Yurttaşlarımız çocuklarını dini eğitim aldırabilirler, din okullarına gönderebilirler veya manevi destek için din görevlileri ile buluşturabilirler. Biz bu istekleri saygı ile karşılıyoruz. Ama hangi inançtan olursanız olun çocuklarınıza evde, camide, Kuran kursunda fizik, matematik, biyoloji, coğrafya yabancı dil, kimya gibi dersleri öğretemeyeceğiniz için laik okullara gönderirsiniz. Eğer tüm okullar dini referanslara göre olursa, yarın kapısını çalacağınız doktorlar, hastalığa aşı üreten genetikçiler, eczacılar, sağlam binalar yapan inşaat mühendisleri bulamayız.

Haber Merkezi

Bakmadan Geçme