Hüzün Yılları
Son yıllarda iyi süreçlerden geçmiyor ülkemiz. Yaklaşık üç yıl evvel ortaya çıkan pandemi, sonrasında târifi ve...
Son yıllarda iyi süreçlerden geçmiyor ülkemiz. Yaklaşık üç yıl evvel ortaya çıkan pandemi, sonrasında târifi ve telâfisi mümkün olmayan bir enflasyon, bununla birlikte sağduyulu olmayan bireylerin kiralarda yaptığı inanılmaz zamlar ve şimdilerde ise ardı arkası kesilmeyen depremler ve neticesinde binlerce can kaybı. Daha kötüsünü yaşamış mıdır dünya bilmiyorum. ‘Çok bâdireler atlattı bu millet, bunu da atlatırız evelallah.’ şeklinde açıklamaları hepimiz duyuyoruz. Bu çıkışlar iyimser bir tablo çizmek niyetiyle yapılıyor fakat işim gereği toplum tabanının nabzını ölçebilme imkanına sahip olduğum için insanların psikolojik olarak çok fazla yıpranmış olduğunu net bir şekilde görebiliyorum. Toplumun yarınlar için olan kaygısı, insanlara karşı olan güvensizlik, evlatlarımızın geleceği için duyduğumuz endişe o kadar derinleşti ki ne yapacağını bilmez bir şekilde günlerimizi geçiriyoruz. Evde, işte, telefonda görüştüğüm kişilere ‘Nasılsın?’ diye sorduğumda, ‘Ülke nasılsa biz de öyleyiz’ cevabını alıyorum genelde. Bu durum hâlet-i ruhiyemizi özetler nitelikte.
Depremler
Şurası bir gerçek, biz deprem ülkesiyiz. Fakat yine de inanası gelmiyor insanın ardısıra gerçekleşen depremlere. Mezkur depremler her defasında canlar alıyor, târifsiz bir korku yayıyor topluma ve çaresizlik hissi veriyor iliklerimize kadar. Nasıl bu kadar dayanıksız bina yapabiliyoruz, buna vicdanen nasıl kayıtsız kalıyoruz, gerekli izinleri (imar affı, yapı izni ..v.s ne derseniz diyin) nasıl veriyoruz, devletin en üstünden başlayarak makro ve mikro yönetimler böylesi mühim konularda nasıl olur da gerekli önlemleri almaz aklım almıyor..! Bu dünyanın ötesi yok mu…! Elbet bunların hesabı da sorulacak. Yetim kalan çocuklar, dul kalan kadınlar, eşini, dostunu, evini, arabasını, tüm varlığını kaybeden insanların âhı kalır mı kimsede? Allah’ın adaleti yok mu sanıyorsunuz…!
AHBAP MI AFAD MI!
Toplumda birlik ve bütünlüğün yara aldığını, güvenin sarsıldığını ve tefrîkanın derinleştiğini birçok noktada görebiliyoruz aslında. Fakat söz konusu depremlerde de gördük ki bu çözülme aslında sanıldığından da derin. Nicelik açısından sorun yaşanmadı belki ama nitelik olarak büyük problemlerin olduğunu gördük, duyduk deprem bölgelerinde. STK ve derneklerin böylesi bir felâkette dahi kendi isimlerini öne sürmeye çalışmaları, amelde niyetin ne kadar mühim olduğunu göstermiyor mu sizce de? Kimin yahut hangi kurumun nasıl ve ne ölçüde destek verdiğinin ne önemi olabilir ki bu gibi felâketlerde. Sivil AHBAP Derneği ya da kamuya ait AFAD örgütü… Her biri canla başla mücadele edip enkaz altında saniyeleri sayan insanları kurtarmalıyken nasıl olur da basına ısrarla ‘biz kurtardık’ ya da ‘tam biz çıkaracaktık ki son anda AFAD görevlileri kameraları çağırıp kendileri çıkarıyorlar.’ şeklindeki açıklamalar yaparlar aklım almıyor. Bu söylemler sizlerin de midesini kâfi derecede bulandırmıyor mu? Son dönemde basına yansıyan, AHBAP Derneği’nin Kızılay’dan çadır satın aldığı haberine ne diyelim..! Aynı amacı güden iki kurumdan birinin diğerine çadır satması ve kamu kurumunun başkanının bunu kabul etmesi nasıl izah edilebilir ki… Farklı dönemlerde bu ve buna benzer nice olayların yaşanmasına rağmen Kızılay ve diğer kurumlardan istifaya dâir niçin bir açıklama duyamıyoruz. Bir dönem zorâki büyükşehir belediye başkanlarını mental yorgunluk bahanesiyle görevden alan Cumhurbaşkanın bu konuda gerekli adımları atmaması izaha muhtaç değil mi?
GÜVEN SORUNSALI
Bir üst satırda ifade ettiğim çadır alışverişi ve depremin yarattığı kaosa sebep veren ihmâlkarlık son beş altı yıldır hükümete karşı oluşan güven sorununu daha da derinleştirdi. Provokasyon olma ihtimalini de hesaba katarak şunu söyleyebilirim, daha önce hiç olmadığı kadar organize bir şekilde tepkiler yükseliyor stadyumlarda. İnsanlar gidişattan memnun değil, insanlar mutsuz, umutsuz, huzursuz, kaygılı, güvensiz… Nasıl olmasınlar ki; ne enflasyona çözüm var ne kira artışlarına, ne yolsuzluğa çözüm var ne adam kayırmacılığa, ne adaletsizliğe çözüm var ne liyakâtsizliğe, ne ahlaksızlığa çözüm var ne vurdumduymazlığa, ne kahpeliğe çözüm var ne de namussuzluğa… Sâhi, bu hükümet ne için var..! Yirmi iki yıllık bir iktidar süreci sağlıklı bir toplumsal zeminin inşâsı için yeterli değil mi! Cumhurbaşkanının âfet bölgelerinden olan Adıyaman’da elden para dağıtmasını geride bırakılan yirmi iki yılın ve yarınlar için ortaya koydukları vizyonun özü ve özeti olarak yorumluyorum.
Daha duyarlı olmalıyız, daha erdemli olmalıyız, daha ahlaklı olmalıyız, daha vicdanlı olmalıyız, daha dürüst olmalıyız, daha adaletli olmalıyız, daha hakkaniyetli olmalıyız… Velhasıl; insan olmalıyız.
Daha iyi bir insan olma yolunda gayret gösterenlere saygı ve hürmetlerimle…