Kendi galerisinde geri dönüşümden sanat yaratıyor
Dört yılı aşkındır sanat galerisi işletmeciliği yapan ve orada eserlerini de sergileyen Metin Birecikligil, sanatında sürdürülebilirliğe...
Dört yılı aşkındır sanat galerisi işletmeciliği yapan ve orada eserlerini de sergileyen Metin Birecikligil, sanatında sürdürülebilirliğe büyük yer veriyor. Konak’ın alışılagelmiş mekanlarına nazaran gizli kalmış ve samimiyetini korumuş kafesi ve sanat galerisi Coffee Gallery, İzmirlilere farklı bir deneyim sunuyor.
-Resme nasıl başladınız?
“Benim asıl mesleğim tabelacılık. Dükkanların önünde gördüğünüz tabelaların hepsini biz elde yapardık. Zaten benim oradan yatırımım vardı. Firmaların bizden istediklerini dijitalde çizme gibi bir şansımız yoktu. Çünkü başka teknoloji yok dolayısıyla resme oradan bir yatkınlığım vardı. Emekli olunca ancak vakit bulabildim, öyle başladım”
-O zaman zanaat sanatı doğurdu diyebilir miyiz?
“Tabii, zanaattan sanata evrildi çalışmalarım. Zaten çalıştığım alan da el becerisi gerektiriyordu. Tabela hazırlarken de sürekli çizim yapıyordum. Emekli olunca çizimlerimi sanat için yapmaya başladım. Ayrıca sanat eğitimi almadım, alaylıyım”
İNŞAAT BOYALARINDAN RESİM
-Geri dönüştürülmüş malzemeler kullanıyorsunuz, bu materyaller neler ve nereden sağlıyorsunuz?
“Kullandığım malzemeler genelde atılmış dergiler. Çoğunu çöpten ya da sahaflardan temin ediyorum, para vermiyorum. Mesela yan tarafta bir sahaf var, o bana satılmayan dergileri veriyor. Bunun dışında folyo, kürdan, atılmış çöp poşeti kullanıyorum. Boyalarım da inşaat boyaları. Yağlı boya hiç kullanmadım mesela. Hep inşaatlardan alıyorum. Evini boyatıyor arkadaşlar kalan boyayı bana getiriyor. Bir de çevremdekiler öğrendiler artık, evde bulduklarını getiriyorlar. Getirdikleri materyallere göre de değişiyor kullandığım malzemeler. Hatta fırçalarım kuruduklarında bile onları atmadan o halleriyle kullanmaya devam ediyorum, bozulan boyalarım için de bu böyle. O da ayrı bir tat katıyor”
YOKLUK KÜLTÜRÜNDEN GELİYORUM
-Bu geri dönüştürülmüş malzemeleri kullanmanız sanatınızın ruhunu oluşturuyor gibi görünüyor, bu konuda neler söyleyebilirsiniz?
“Evet. Bizim kuşak israf etmeyen bir kuşaktı. Mesela benim babam 1930 doğumlu. Çok büyük bir yokluk görmüş, onun babası da keza aynı şekilde. Böyle bir yokluk kültüründen geliyorum. Onlar için eşyalar çok değerli herhangi bir şey bile, bir kağıt, bir çivi… Bu düşünce biçimi önceki kuşaktan bize aktarılmış. Biz bu yüzden israftan, atmaktan korkardık. Çünkü bilirdik ki bu bir ihtiyaçtır. Dolayısıyla bu korku bende sanatın para verilmeden de yapılabileceğini kanıtlama isteği doğurdu. Yoksa benim de bir boya alacak bir fırça alacak gücüm var. Ama istedim ki sanatım geri dönüştürülebilir olsun. Mesela aynı mantıkla ben bit pazarlarını da çok severim. Normal mağazaya gittiğinizde ne alacağınız bellidir ama bit pazarına gittiğinizde ne alacağını bilemezsin. O sürpriz benim hoşuma gidiyor. Benim atıkları seçmem biraz da bu sebeple. Çünkü bilemiyorsun kimin ne atık getireceğini. Her malzemeye ondan ne çıkar diye bakıyorum. Ünlü mimar Louise Khan, öğrencilerine ders verirken diyor ki; ‘Tuğlalarla konuşun. Deyin ki seninle ne yapabilirim?’ Ben de malzemelere böyle yaklaşıyorum”
-Nasıl bir sanat galerisi hayal ederek burayı açtınız?
“Galeri açarken bizim galerimiz sıcak, samimi bir yer olsun diye düşündük. Galeriler genelde çok steril olurlar, beyaz duvarlar, çok şık insanlar, ortam çok resmidir, eserlere dokunamazsın, elini ayağını nereye koyacağını şaşırırsın. Bu aslında bence insanları eserlerden uzaklaştırıyor. Biz dedik ki gelsin insanlar döksünler, kırsınlar, dokunsunlar. Bunları yaptıklarında da bir şey eksilmesin. Öyle tasarladık zaten. Bir çiviyi söküyorum diğerini çakıyorum. Son derece mütevazı ve çok memnunuz. Biz aslında bir nevi sosyal sorumluluk yapıyoruz. Şimdiye kadar yirmiye yakın sergi yaptık. Hiçbirinden para almadık. Şimdilerde ekonomiden dolayı para almaya başladık. O da çok cüzi bir fiyat”
İSRAF ÇAĞINDA YAŞIYORUZ
-Sürdürülebilirliğin sanata entegre edilmesini başarılı şekilde kanıtlayabildiğinizi ve duyurabildiğinizi düşünüyor musunuz?
“Kanıtlayabildiğimi düşünüyorum. Ama yeterince duyuramıyoruz tabii ki. Bu çok büyük eksiklik. Korkunç bir israf çağında yaşıyoruz. Sadece Türkiye’ye has değil. Sürdürülebilirliği elimizden geldiği kadar sanatla bütünleştirmeye çalışıyoruz ama biz çok küçük bir azınlığız ve buna talep az. Dünyada da durum böyle. Popüler kültürün de getirisiyle çok çabuk tüketiyoruz her şeyi. Popüler kültür saman alevi gibi. Yükselir, bir gün yok olur ama ona talep çoktur. Bizim yaptığımız bu tür sanatsal işlerde genelde talep azdır. Herkese duyurma konusunda denizyıldızları örneğini düşünebiliriz. Bir adam kıyıya vuran denizyıldızlarını denize geri atıyormuş. Neyi değiştireceksin demişler. Bak elimdeki için değişti demiş. Yani amacımız hiçbir zaman popüler olmak değildi, bir kişiye dokunsak yeter.“
-Çizimlerinizde Yeşilçam aktörlerine yer veriyorsunuz. Bu da aynı sebepten mi?
“Benim kuşağım çok talihsiz bir kuşak. Neden derseniz manuelden dijitalin en yükseğine geldik. Gençliğimde her şey manueldi. Şu anda yapay zekalardan bahsediyoruz. İşin sanatkarlığını yapan herkes kıyıda köşede kaldı. Ben de çizimlerimde geri planda kaldığını düşündüğüm Yeşilçam aktörlerine yer verdim. Onlar Türk sinemasını omuzlayan insanlar. Onlara bir gönül borcu olarak yaptım eserlerimi.”
HABER MERKEZİ