“Neticeye değil, Hatice’ye…”
Bazen de Hatice'ye bakmalı insan. Neticenin önemine odaklanmaktır belki de süreci zorlaştıran… Ve fakat öyle demedi...
Bazen de Hatice’ye bakmalı insan. Neticenin önemine odaklanmaktır belki de süreci zorlaştıran… Ve fakat öyle demedi tabi atalarımız. “Hatice’ye değil neticeye bak” dedi onlar.
Baktık baktık bir şey göremedik. Netice bulanık, netice uzak ve sisli. Netice tam olarak görülemiyor ki bulunduğumuz noktadan. Oysa yol açık. Çünkü neticeye götürecek yollar hemen önümüzde, bir adım, sadece bir tek adımla yoldasın düşünsene!
Ve yol önemli sevgili dostum, inan bana varış noktası değil. Yolda neler göreceğin, nerde durup dinleneceğin, hangi çiçeği koklayacağın, nerede konaklayacağın, kimlerle yürüyeceğin, yolun hangi kenarından gideceğin, hatta belki de nerden, nelerden, kimlerden döneceğin, yeni bir yol arayacağın, bulacağın yahut bulamayacağın, bulamadığında çözüm arayışın, yeni bir yol buluşun, bütün bunlar varacağın noktadan önemli. Çünkü yol hayatsa, varış noktası ölümdür. Yol çabaysa, yol emekse, yol inkişafsa, varmak bunların bitişidir, nihayetidir. Atalarımızdan da özür diliyorum bak, yattığınız yerler nurla dolsun, neticeye bakıldığında muhakkak vardır bir bildiğiniz. Lakin ısrar ediyorum ay yüzlüm yol önemli, süreç önemli, Hatice önemli.
Üç beş lira gönderdin de ne oldu? (belki sadece iyi hissettin) İnsanlar sokakta işte, bir kuyuya taş attın, ne oldu? (Belki sadece bir aileye çadır oldun, daha az utandın sıcak yatağından) Senin yırtındığın şey deryada damla be gülüm! Paralama kendini!! (Günlerdir su içmeyen birine bir bardak su oldun belki, belli mi?) Böyle 10-15 çadırla mı kurtulacak Hatay? (Hatay değil belki ama ben içimdeki bu çaresizlik hissinden kurtulacağım bir nebze)
Bırak bu işleri nerde bu devleeeet nerde???!!! diye bağıranlar, eleştirenler. (Evet. Ben de bilmiyorum nerde?) Devlet çok oyuncu, yaramaz bir çocuk. Saklambaç oynuyor bizle. Üçe kadar sayıyorsun çıkmıyor. Yüze kadar sayıyorsun çıkmıyor. Kaça kadar sayarsan say çıkmıyor. Her yere bakıyorsun yok. Sobelenirim diye ebe başından da ayrılamıyorsun.
Oy dersem çık, çadır dersem çıkma…
ÇADIR!
Çıkmıyor bak.
Küçükken ne çok oynardık, o zamanlar acıtmıyordu tabi…
Neticeye baktım. Baktım. Baktım olmuyor, netice yok! Ben hepsine yetemiyorum. Sen yetemiyorsun. Biz yetemiyoruz. Vazgeçtim neticeden. “Hatice’ye bakçam ben ya banane!” diye kendi oyunumu kurdum.
Çok arkadaşım da katıldı bana, tanımadığım çok insan. Ömer Abi, Osman, Dominik, Özer, Sinem, Aydan, Ürün, Songül, Belgi, Nilay, Hande, Simay, Derya, Atilla, Zeynep, Mehmet, sonra manav abi, kargocu, kırtasiyeci abla ve daha bir sürü isim… El ele tutuştuk. Hep beraber bir yere varmayacağını bildiğimiz o yola çıktık. Bizim Hatice’ye kadar yetti gücümüz, üç beş aileye, beş on çocuğa, bir kaç kedi ve bir kaç köpeğe. Yol bir yere vardı. Neticede herkese yetemiyoruz diye köşemize çekilmedik. Sevmiyoruz çünkü köşe kapmaca. Herkes köşesini kaptı ortada kaldı insanlar. Köşeler tutuldu, şu köşe deprem köşesi, şu köşe sel köşesi, ortada kalan içme suyu şişesi!!!
Şişe boş.
İçimiz boş.
Su yok içersen,
çadır yok üşürsen
ama yol var gidersen.
Yol var.
Biz varız!
Depremin ilk günleriydi, tesadüfen denk geldik Hatice’yle. Bir sosyal medya hesabının yorumlarında gördüm ilk. Küçük resimde çadırları yoktu, büyük resimde artık bir evleri, işleri, arkadaşları ve akrabaları yoktu. Meyve ve sebze yoktu. Oğlu salatalık istiyordu, kızı elma. Elma yoktu. Elele tutuştuk kilometrelerce öteden. Kutu kutu pense elmayı yerse vardı bir de hatırladınız mı? Sıra o oyundaydı şimdi.
“Kutu kutu erzak, Haticeler yerse, arkadaşım Osman, Hatay’a verse…” Sonra iki hafta geçiyor erzak bitiyor. Hadi hoop bir tur daha, “kutu kutu sebze, bozulmadan gitse, arkadaşım Dominik Hatay’a götürse…”
Sen de Nehir’e sarıl mesela, Mehmet Ege’ye, Eylül’e dua yolla, Cemile’ye patik ör. Bilmiyorum. Elinle ayağınla kime nasıl yetişebileceğini sen de bilemezsin çünkü. Neticeye bakıp da umutsuzluğa düşme, düştük çünkü yeterince, kırkı çıktı kederin. Şimdi kimin eli, kimin duası kime uzanıyorsa. Yol uzun, yol çetrefil, yol çalı, biliyorum. Fakat yol hayat. Hayatımız var. Hala. Ve tüm felaketlere rağmen…
Bireysel acılar ve toplumsal travmalarımızda varış noktamızı göremiyoruz. Tüme varmakta ısrarcı, tümden kendimize, tekliğimize, butik imdatlara, minik yola çıkışlara karşıyız. “Ya hep ya hiç”ten ötede bir yerlerde “ben bu kadarım” diye duru bir kabulleniş de var. “Hatice’ye değil neticeye bak!” ısrarı ben bu kadarım kabullenişimizi umutsuzluğa düşürüyor.
Oysa ki her zaman bir yol vardır çapımıza denk. Yola baksak. Adım atmaya kuyuya taş atmaya bir niyetlensek… En uzun en çetin yollar dahi bir adımla başlar. Adım niyetle. Niyet inançla, umutla. Haydi ne duruyorsun?
Yola çık! Yol açık!!!