Sessiz tehdit: Eko-anksiyete
Çevre felaketleri, iklim değişikliği ve bu durumların yaratabileceği olumsuz etkilerle ilgili yoğun kaygı olarak tanımlanan eko-anksiyete belirsizliklerin getirdiği korkularla ortaya çıkıyor. Yangın ve deprem gibi doğal afetler, eko anksiyeteyi tetikleyen en önemli unsurların başında geliyor
Çevresel sorunların artmasıyla daha sık karşılaştığımız eko-anksiyete terimi, bireylerin doğal afetler ve iklim değişikliği gibi durumların yaratabileceği olumsuz etkilerle ilgili duyduğu yoğun kaygı olarak tanımlanıyor. Doğal afetler, yangınlar gibi olaylar, bireylerin yaşamlarını doğrudan tehdit eden en önemli unsurların başında geliyor. Bu olaylar sonrası, travma sonrası stres bozukluğu (TSSB), akut stres bozukluğu, depresyon gibi psikolojik rahatsızlıklar yaygın görülebiliyor. Yangınların ve diğer afetlerin yıkıcı etkileri, fiziksel kayıplar kadar toplumsal bağların zedelenmesi, güvenlik duygusunun sarsılması ve gelecek kaygılarına yol açabiliyor. Odağa travmatik deneyim yaşamış ve ruh sağlığı hizmetlerine erişemeyen çocukları alan Maya Vakfı, ülke çapındaki yangınlardan yola çıkarak kişilerin gelecekte orman yangınlarının daha sık ve şiddetli olacağı korkusu geliştirebileceklerini öngörüyor. Sıcaklıkların artması ve kuraklık nedeniyle yangın riskinin yükselmesi, tetikte olmaya, huzursuzluk hissine ve yangın haberlerine karşı aşırı duyarlı hale gelmesine neden olabiliyor.
UYKU SORUNLARI VE GÜVENSİZLİK HİSSİ YARATIYOR
Birey çevresel felaketlerin kaçınılmaz olduğu düşüncesiyle kendini sürekli tehdit altında hissedebilir ve bu yaşam kalitesini düşürebilir. Kişiler gelecek planları yapmaktan kaçınabilir, çocuk sahibi olmamayı tercih edebilir. Birey büyük depremin ardından başka depremler olacağı korkusuna kapılabilir. Şiddetli deprem yaşamış kişi, yeryüzünün dengesiz hale geldiğine, doğanın intikam aldığına insanların çevreyi yıkıcı şekilde etkilediğine inanıyor. Bu kişi, gelecekte daha büyük depremler olacağı endişesiyle sürekli tetikte olabiliyor ya da her an bir deprem olacakmış gibi kaygı içinde yaşayabiliyor. Kişinin evinde, iş yerinde güvenlik önlemlerini aşırı artırmasına neden olabilecek kaygı, sürekli olarak deprem çantası hazırlamak, kaçış planları oluşturmak, deprem haberlerini obsesif şekilde takip etmek gibi davranışlar doğurabiliyor. Deprem sonrası yaşanan bu tür eko-anksiyete, bireyin günlük yaşam kalitesini ciddi şekilde etkileyerek uyku sorunları, sosyal izolasyon ve sürekli bir güvensizlik hissi yaratıyor.
BİREYSEL VE TOPLUMSAL STRATEJİLER GELİŞTİRİLMELİ
Eko-anksiyete ve afet kaynaklı psikolojik sorunlarla başa çıkabilmek için bireysel ve toplumsal düzeyde önleyici olabilecek, müdahaleyi kolaylaştıracak stratejiler geliştirilmeli. Bireysel düzeyde çevresel sorunlar hakkında bilgi edinmek, sürdürülebilir yaşam pratiklerine yönelmek ve toplumsal çevre hareketlerine katılmak, bireylerin bu kaygılarla başa çıkmasına yardımcı olabiliyor. Aynı zamanda meditasyon, yoga, doğa yürüyüşleri gibi stres yönetimi teknikleri de faydalı olabiliyor. Toplumsal düzeyde afetlere hazırlık noktasında erken müdahale ve afet sonrası psikolojik destek hizmetlerinin güçlendirilmesi ile bireylerin bu tür olaylarla başa çıkma kapasitesinin artırılması gerekiyor. Yangın ve afet sonrası bireylere sunulan psikolojik ilk yardım, travmanın etkilerini azaltmada kritik bir rol oynuyor. Ayrıca toplumun afetlere karşı bilinçlendirilmesi ve afet sonrası dayanışma ağlarının oluşturulması, toplumsal iyileşme sürecini de hızlandırıyor.
ÖNLEYİCİ ÇALIŞMALARIMIZI SÜRDÜRÜYORUZ
Maya Vakfı Kıdemli Klinik Koordinasyon Sorumlusu ve Klinik Psikolog Melisa Varol, “Maya Vakfı olarak sahada hizmet götürdüğümüz kişilerde eko-anksiyeteyi çokça görüyoruz. Deprem olduktan sonra hem yerel halkta hem de İstanbul gibi farklı şehirlerde yeniden deprem olabileceği konusunda korkunun epey arttığını gözlemliyoruz. Özellikle 2021 Muğla yangınlarından sonra yangının hiç uğramadığı köy ve kasabalarda “ya yangın olursa” diye anksiyetenin ve devamında gelen fizyolojik semptomların (baş ağrısı, sırt ağrıları, uyku ve iştahta bozulmalar vb.) arttığını gözlemlemiştik. Bu sebeple yangın olayını hiç yaşamamış ama bu kaygıyı taşıyan çevre köylerdeki kişilerle de psikososyal destek oturumları düzenledik. Şu anda ülkemizde İzmir’de yaşanan yangınların bitimiyle beraber, ihtiyaç durumunda sahaya çıkmak üzere ekiplerimizi hazırlıyor ve eğitimlerine devam ediyoruz. Bunun yanında, doğal afetler ve sonrasında oluşan eko-anksiyete ile ilgili bilgilendirici seminerler ve eğitimler düzenleyip kişilerin yaşanılan olaylardaki duygularını ve davranışlarını düzenleyebilmeleri için önleyici çalışmaları sürdürüyoruz.” açıklamalarında bulundu.