Unutulmaz Bir Yolculuk: Narlıdere’nin Gizli Hazinesi – Yukarıköy
Ahsen Demircioğlu/YENİ İZMİR- İzmir’in gizli müzesi olarak adlandırılan Yukarıköy, Narlıdere ilçesinde 300 yıllık bir tarihe ev...
Ahsen Demircioğlu/YENİ İZMİR- İzmir’in gizli müzesi olarak adlandırılan Yukarıköy, Narlıdere ilçesinde 300 yıllık bir tarihe ev sahipliği yapıyor. Bu köyün öyküsü, 1850’lerde sadece 16 çadırla gelen Tahtacı Türkmenleri ile başlıyor. Bu Tahtacı Türkmenleri, zamanla Ege, Akdeniz ve Toros bölgelerinde yaşayan neredeyse tüm Tahtacı Türkmen Alevilerin bağlı olduğu bir ocak merkezi haline gelir. Tahtacı Türkmen Alevileri, Orta Asya ve Şaman kültürünün bir yansıması olarak hakka yürüme geleneğinde ölümün bir son olmadığına inanıyor. Bu gelenekte, Hakka yürüyen kadınsa kefene sarıldıktan sonra düğün ertesi yapılan baş bağlama töreninde giydiği değire giydirilir, tabutun içine konuluyor. Tabutun içine yorgan, yastık, çamaşırları sevdiği kişilerin özel eşyaları konulur ve başı süslenerek defnediliyor.
Yukarıköy, toplumsal düzenin eşit şartlarda sağlandığı nadir yerlerden biri. Burada, cinsiyet ayrımı yapmak yerine, öncelikle insan olma vurgusu ön planda. Tahtacı Türkmenleri, geçimlerini ağaç kesimi ve makta işçiliğiyle sağlıyor. Ağaç kesimi sırasında, iş bölümüne ve ağacın rızasına büyük önem veriliyor. Ağacın kesilmeden önce duası okunup, kesimi yapıldıktan hemen sonra ise yanına yeni fidan dikiliyor. “Ağacın kurdu kendi özündedir” inancıyla, ormana giderken baltanın sapı sarılıyor; böylece ağacın kesenin özünden olduğuna inanılıyor. Doğaya ve canlılara verilen değer ise bu topluluğun öne çıkan özellikleri arasında yer alıyor.
Ege yöresinde anlatılan halk hikayelerinde “mor cepken” hikayeleri sıklıkla karşımıza çıkıyor. Yörük kadınların eşlerinden gördüğü şiddete sessizlik içinde çığlık attığının bir sembolü mor cepken. Narlıdere Kültür Evi Sorumlusu Merih Ünsal, kadınların maruz kaldığı şiddete karşı gösterdikleri sessiz direnişin sembolü olan mor cepkenin hikayesini şöyle paylaşıyor: Araştırmalarımda ve birçok kaynakta Ege’de yörük kadınların eşlerinden gördüğü şiddete karşı gösterdikleri bir sessiz eylem olarak yer alıyor mor cepkenin hikayesi. Tahtacı Türkmen Alevilerinde de böyle bir hikâyenin olduğu rivayet ediliyor. Bu topraklarda yaşan insanların ortak hikayesi olduğuna inanıyorum. Genç kadınlar evlenmeden önce değireleri (yöresel giysi) arasına konurmuş. Evlilik hayatında eşi tarafından başına bir iş gelirse onu korusun diye çeyiz olarak özellikle hazırlanırmış. Eşi tarafından şiddet gören, çile çeken kadın, mor cepkenini giyip oba halkının onu görebileceği bir yerde hiç konuşmadan otururmuş. Halkın önde gelen büyükleri bu manzara üzerine kadının kocasıyla konuşur, ara yol bulmaya çalışır ve nasihatler verirmiş. Üçüncü defa böyle bir eylemi gerçekleştirdiğinde ise adam, halk tarafından dışlanır, hor görülür, yalnız bırakılırmış. Bir daha da kimse bu adamla evlenmez, düşkün ilan edilirmiş.
Anneannemin anneme verdiği mor renkte bir cepken var. Ailemden bizzat duymasam da bu mor cepkenin de benzer hikâyeye sahip olduğunu düşünüyorum. Kadına verilen değerin, korumanın öneminin kültürdeki yerinin simgesi olarak da görebileceğimiz, ‘mor cepken’ Yukarıköy’deki Narlıdere Kültürevi’nin değerli eserleri arasında sergileniyor.