‘Yas gününde, yaş günü mü kutlanır?’

Yeni İzmir Gazetesi’nden Şahbanu Ercelep’in haberine göre, güneş bulutların gri kapısının ardına bir şeylerden utanıp saklanırcasına...

‘Yas gününde, yaş günü mü kutlanır?’
TAKİP ET Google News ile Takip Et

Yeni İzmir Gazetesi’nden Şahbanu Ercelep’in haberine göre, güneş bulutların gri kapısının ardına bir şeylerden utanıp saklanırcasına gizlenmiş. Sanki günde bir yaramazlık var. Hava kupkuru ve soğuk. İnce bir hüzünle boyanmış bomboş, çıt çıkarmayan sokaklar. Arnavut kaldırımların taşları kendi aralarında gizli gizli konuşup bir haber bekler gibiler.

Beşiktaş’tan gelen tramvay her günkü seferinde olduğu gibi Dolmabahçe Sarayı’nın önüne yanaştı; içinde yanakları sabah ayazıyla serinlemiş hanımefendiler, beyefendiler. Tramvay keskin bir ıslık eşliğinde sarayın kapısına yaklaştı ve tam önünde durdu.

Tramvayı kullanan vatman hemen kapıdan çıktı ve koşar adımlarla sarayın kapısına doğru hareketlendi. Tramvaydaki bütün sabah yolcuları buğulu camların ardından çıt çıkarmadan, huzursuzluk kokan bir merakla onu seyretti. Vatman, herkesin merak ettiği bir sorunun cevabını kapıdan almakla vazifeli.

Ama sarayın kapısına gelen vatman neye uğradığını şaşırdı. Çünkü kapıda herhangi bir yazı yoktu. Oysa vatman sadece bir gün öncesinde aynı kapıda şu yazıyı okumuştu:

‘Dün geceyi rahatsız geçirdiler. Umumi hallerindeki vaziyet ciddiyetini koruyor.’

Vatman, yeni bir bilgilendirme yazısı asılmadığından emin olmak adına etrafına bir kez daha baktı ama bir şey göremedi.

Aklı kadar dağınık adımlarla ve çatık kaşlarla tramvaya döndü. Yolcular merak içinde vatmanın ağzından dökülecek olan kelimeleri bekledi.

Oysa; vatmanın dilinden sadece birkaç damla dökülebildi:

Bugün için bir malumat yazmamışlar…

Tramvayın içindeki yabancıların birbirlerine tanıdık bir telaşla baktı.

Sıkıntıyla iç çeken vatman vazifesine döndü. Ve aracı hareketlendirdi. Tramvayın iç gıcıklayıcı sesi buz gibi havayı keskin bir çığlık gibi delip geçti

Tramvay sokaklara çöken sabah sisinin içinde giderek küçüldü, belirli belirsiz bir noktaya dönüştü.

Sadece bir dakika önce kulak tırmalayan o keskin cayırtının yerini yürek tırmalayan, tuhaf bir sessizlik aldı.

Soğukta atkılarının içine büzüşmüş erkekler ve şallarına sıkı sıkı sarılmış kadınlar, sarayın kapısında sessizce beklemekte, ağızlarından buz gibi sabah ayazının buharını üflemektedir.

Sarayın odalarına da sokaklardaki kasvetli sessizlik çöktü. İçeride çıt yok.

Kapılardan birinin ardındaysa hüzünlerin en derini yaşanıyor.

Gözleri dolu dolu olan Mim Kemal Öke yatağın başında Ebedî Başkomutan’a doğru eğildi, O’nun yepyeni maviliklere yol alan masmavi gözlerini elleriyle yavaşça kapattı ve Gazi’nin çenesini beyaz bir mendille bağladı.

Sonraysa elinin tersiyle gözlerinin yaşını sildi. Yavaşça ayaklandı ve acı haberi duyurmak üzere kapıya geldi. Kapının dış tarafında sessizce bekleyenler ansızın duyulan tıkırtıyla yerlerinden sıçradı. Kapı aralandı.

Mim Kemal Öke’nin terli alnı, telaşlı yüzü göründü. Titreyen dudaklarından sadece kısacık bir cümle döküldü:

Atatürk öldü…

Kapıda nöbet tutan genç, cüsseli teğmen bunu duyar duymaz başını kaldırdı ve olduğu yerde bayılıp taş gibi yere çakıldı.

Tarih masmavi göklerin kapısında gelmiş geçmiş en büyük komutanı ayakta karşıladı.

Saat 9’u 5 geçiyordur.

Ajanslar yurdun dört bir yanında acı haberi duyurdular ardı arkası kesilmez bir şekilde.

ATATÜRK’ün yaşamını yitirdiği dünyaya yayıldı.

Kimisi kulaklarına inanadı. Kimisi açık kalmış ağızlarla birbiriyle bakıştı, kimisi sarılıp hüngür hüngür ağlaştı.

İzmir’deki bir evin duvarları arasında da cızırtıyla yankılandı radyo spikerinin ağlayarak aktardığı acı haber. Radyonun karşısında ayakta duran genç adamın dizlerinin bağı çözüldü.

Olduğu yere çöküp ağlamaya başladı. Karnı burnunda olan eşi Ayşe Hanım da onunla birlikte ağladı. İşte o an Ayşe Hanım’ın kaşları bir anda çatıldı.

Bütün evi sancı dolu bir çığlık doldurdu. Eşinin çığlıklarıyla şaşkınlık geçirip yerinden sıçrayan genç adam hemen ayaklandı. Ve telaşla koşarak ebeyi çağırır.

İşte o gün bir kız çocuğu dünyaya geldi. Adını Ülken koydular. Ata’sına ve ülkesine bağlılıklarını göstermek için. Genç anne sevinemedi. Atatürk’ün ölümünün acısı yaşayacağı doğum sevincini bastırdı. Acı katlandı, üzüntüden sütü kesildi.

Annenin sütü kesildi, kesilmesine ama Ülken annesinden ve babasından hep Atatürk sevgisi isimli güzel şerbeti içti. Ülken bu sevgiyle büyüdü.

Hiçbir zaman doğum gününü 10 Kasım’da kutlamadı. ‘Yas gününde yaş günü mü kutlanır?’ dedi.

10 Kasım’da bir dakikalığına bile olsa dik duramayanlara inat bir ömür boyu dik durduğunu söyledi ve ekledi:

ATATÜRK’e çok şey borçluyuz. Ben 85 yıldır ödeyemedim. O’nun Nutku ile büyüdüm. Ne mutlu bana ki; bu 10 Kasım’da da O’nun önünde saygıyla eğildim. Ruhu şad olsun.

Bornova Atatürk Mahallesi’nde yaşayan Ülken Vuruşkanlar, Türkiye Cumhuriyeti’nin Kurucusu, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ebediyete göçtüğü gün, 10 Kasım 1938’de dünyaya geldi. Bu acı tesadüf, Ata’sını kaybeden ailesi için teselli dahi olamadı. 85 yıllık yaşamında doğum gününü hiçbir zaman 10 Kasım’da kutlamadı. Çocukluğunda, gençliğinde, yaşamının her anında Atatürk sevgisi ve önceliği vardı. Ailesinden böyle görmüş, yaşadıkça, öğrendikçe de daha çok sahiplenmiş, çocuklarına öğretmiş, torunları için vasiyet etmişti.

Atatürk’ü andıkça heyecanlanıyor, hayranlığını, minnettarlığını, sevgisini sözcüklere sığdıramazken gözlerinde bunu yaşıyordu.

Sözü, Ülken Vuruşkanlar’a bırakalım; onun heyecanını aktaralım:

Ben 10 Kasım 1938 doğumluyum. Annem bu özel durumu bana ‘Atatürk öldüğü gün loğusaydım ve yatakta yatıyordum. Haberi aldığımda yıkıldım ve çok ağladım. O kadar çok ağladım ki, üzüntüden sütüm kesilmişti’ diyerek anlatmıştı. Bebekken elbette bu tesadüfi durumun farkında olmam mümkün değildi. Ama annem okul çağına geldiğim zaman bana Atatürk’ü uzun uzun anlatırdı.

Evimizde Atatürk’e büyük sevgisi ve saygı hâkimdi. Atatürk’ü çocukluk günlerimde çok seviyordum, yaş aldıkça, onu tanıyıp öğrendikçe sevgim daha da arttı. Onu çok ama çok özledim, onu özlememek mümkün mü?

Haber

Ülken Vuruşkanlar ve Şahbanu Ercelep 

“HAKKI ÖDENEMEZ”

Atatürk’ten bahsederken gözleri dolan, diilendirmekte güçlük çektiği duygularını gözyaşlarıyla anlatan Ülken Vuruşkanlar; 10 Kasım’ların kendisi için yaş değil yas günü olduğunu anlattı. Ülken Vuruşkanlar “Ben doğum günlerimi hayatımın hiçbir döneminde 10 Kasım’da kutlamadım. Çünkü o günlerde o kadar çok hüzünlenirdim ki. Yaş değil yas günümdü o gün. Doğum günümün iki-üç gün sonrasında kutladık hep. Çocukken de, gençliğimde de bu yaşımda da aynı şekilde. 12’sinde veya 13’ünde çocuklarım toplanır ve doğum günümü kutlarlar. Başka türlüsünü yapabilmem zaten mümkün değil” diye konuştu.

Ülken Vuruşkanlar şöyle devam etti:

Çok büyük bir insan, çok. Allah ondan bin kere razı olsun. Yapılan onca fedakârlık, yaşanan onca şey unutulur mu hiç? Hakkı asla ödenmez, ödenemez. Nurlar içinde uyusun Atatürkümüz. O bizim canımız, değerlimiz. Ben iki tane kitap tanırım. Birisi dinimizin kitabı olan Kur’an, diğeriyse Atatürkümüz’ün Nutuk’u. Annemiz ve babamız bizi bu ikisiyle büyüttü bizleri. Evimizde bu iki kitap hep konuşuldu, değer verildi, önemsendi.

“2. DÜNYA SAVAŞI’NI HATIRLIYORUM”

Cumhuriyet’in Atatürk döneminden övgüyle bahseden Ülken Vuruşkanlar, 10 Kasım 1938 sonrası birkaç yıl içerisinde pek çok şeyin değiştiğini ve birkaç yıl sonra patlak veren İkinci Dünya Savaşı döneminde ekmeğe bile zor ulaşabildiklerini anlattı. Vuruşkanlar, “Atatürk’ün vefatından sonra çok zor günlerimiz oldu. Maalesef çok acı tecrübeler yaşandı. Çocukluk günlerimi anımsıyorum, savaş sebebiyle bir ara bütün yurtta ekmek yasağı vardı ve nüfusumun her yeri mühürlerle doluydu. Hatta bir gün nüfusumdaki bu mühürlerin sebebini merak ettim ve anneme ‘Anneciğim, bu mühürler neden var?’ diye sordum. Bana savaş nedeniyle bir gıda kıtlığının yaşanmakta olduğunu söyledi. Yıllar sonraysa bana o yokluk günlerinde ekmek bulabilmenin çok zor olduğunu, o günlerde henüz yaşım küçük olduğu için bunu gittiği her yerde belirttiğini, ekmeği benim için almak istediğini özellikle söylediğini anlattı” şeklinde konuştu.

Haber

BABAM O’NA ÇOK BENZERDİ

Babasının Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e benzerliğine değinen Ülken Vuruşkanlar, anısını şöyle paylaşıyor:

“Rahmetli babam sima olarak çok benzerdi Atatürk’e. Hatta babamın bir fotoğrafını evimizin girişine koymuştum. Fotoğrafı görenler babamı ilk bakışta Atatürk zanneder, gerçeği öğrendikleri zaman şaşırırlardı. Kendi babamı da, ülkemizin babası olan Atatürk’ü de çok özlüyorum. Bedenler ölür ama fikirler hiçbir zaman ölmez. Her zaman kalbimizde yaşatıyoruz canımız Atatürkümüz’ü. Onu her zaman sevgiyle, saygıyla, özlemle anıyoruz. Onu çok seviyoruz” ifadelerini kullandı.

Atatürk’ten bahsederken gözleri dolan Ülken Vuruşkanlar, “Atatürk’ü çocukluk günlerimde de çok seviyordum, yaşlılık yıllarımda da hâlâ çok seviyorum. Onu çok ama çok özledim. Zaten onu özlememek mümkün mü? Allah ondan bin kere razı olsun. Yapılan onca fedakârlık, yaşanan onca şey unutulur mu hiç? Hakkı asla ödenmez. Nurlar içinde uyusun. Birisi dinimizin kitabı olan Kur’an, diğeriyse Atatürkümüz’ün Nutuk’u, bizi bu ikisiyle büyüdük. Bu iki kitap evimizde en önde gelirdi” diyerek duygularını dile getirdi.

Haber Merkezi

FOTOĞRAFLAR: Batuhan Vuruşkanlar 

Bakmadan Geçme