Av. Çiler Nazife Koşar

Avukatlar Günü’nün temeli İzmir’de atıldı (1)

service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

On beş maksimum yirmi metrekare. Dört duvar, bir kapı, bir pencere. Tam üç aydır, gece cumhuriyetimin başkenti. Dışarıda göz kırpan bir bahar. Körfezin iki yakasında sarı yeşil mimozalar. Karşımda masmavi bir deniz göz alabildiğince ve göze alabildiğince davetkar bir hayat. Biliyorum pek kolay değil, herkes için adil değil, çok huzurlu da değil ama pamuk ipliğine bağlı da olsa, yaşamak güzel şey. Ne zaman bu cumhuriyete adım atsam, odanın kapısını kapatsam, zor bir günün ardından, en özgür saatlerim başlıyor. Refakatçi yatağım yelkenli, bastığım yer yemyeşil çayır çimen oluyor. Yani yoğun bakım odası değil, bana özel bir huzur adası. Var mı dahası?

Bir daha dünyaya gelsem yine bu mesleği seçerim herhalde diye düşünüyorum gün 5 Nisan’a dönerken. Alnımda çatlaklar oluşuyor bazen karşılaştığım haksızlıklardan, mesleğin zorluklarından, aynada gördüğüm yüze “dayan ama biraz daha..” diyorum. Sonra gözlerimden su sızıyor. İtiraf etmemek için kendime dahi susuyorum. En sonunda boyalarım kabarıyor, sıvaları dökülüyor yanaklarımın ve nihayet burnumun direği kırılıyor.!

Ben galiba adil ve herkes için eşit bir dünyayı çok özlüyorum ve ilacı yok muhatabından başka. Oturuyorum böyle, özleyip özleyip duruyorum. Durup durup özlüyorum. Oturup kalkıp özlüyorum.

Bazen bir maden işçisi gibi hissediyorum kendimi, karanlıkta ve neredeyse nefessiz. Nasıl yorucu bir şey hem de. Apandistin alınması gibi olsa keşke, böyle hisseden yerlerimi alsalar.

Özlem giderici ilaç yok mudur.? Ne laftan anlamaz, söz dinlemez, fena, bela bir şey bu. İşteymişsin, aman da çok yoğunmuşsun, aa bak şu pencereden dışarı, martılar ne güzelmiş, köpekler de ne tatlı oynuyormuş, uçak geçti, kedi kaçtıyla geçmeyen bir şey işte. Evde bırakayım da gelince bakarım diyemediğin bir duygu.

Kurtardığın bir insan, dokunduğun bir hayat, sana inanan birinin sesindeki güven, sevgi, minnet ve şefkat,”hiç kaybolmayacaksın, yalnız değilsin, hiç korkmayacaksın” hissi.

Bunca yıldan sonra, artık kendimi anlatmaya, kendimi ispatlamaya, kendimi göstermeye, kendimi saklamaya, yalana, dolana, oynamaya ihtiyacımın olmadığı, samimi, içten, hayat gibi akarcasına giden bir meslek bu.

Kendimi tutup olanı biteni seyretmekle, tüm zincirlerimi düşünmeden serbest bırakmak arasında savrulmak istiyorum. Artık kim “ne der”, “nasıl olur”, “bu doğru mudur” diye düşünmeden, hesap kitap etmeden, sadece kendim olmak istiyorum. Kendimi başka bir gözle görmek, gerçek kendimi ama tüm kıyafet ve rollerden soyunmuş, bundan böyle sadece kendim için var olan kendimi. Sonra kendi gözlerimden izlediğim kendimin, yeni kendime bakışını görmek. Bu sarmal merdivenle kendimi unutup, bulutların üzerine yükselmek, o bulutların üzerinde, tekrar bir bütün olmak kendimle.

Gözlerimi kör eden bembeyaz bir ışıkla yeniden görmeye başlamak, tüm hayatı bambaşka bir gözle görmeye başlamak hem de. Ve bu düşü yaşayamayan ve benim kadar şanslı olmayan, kapkara boşluktaki ufak bir gezegende, sürgünde, mahrum, huzursuz, huysuz hayatta kalmaya çalışan tüm o insanlar için üzülmek.

Akciğerlerimin ortasının biraz daha altında kalan bölge çok yorgun hissediyor bazen. Günlerce aç susuz bir halde, bir cezaevinde, ya da bir nezarethanede, inandığım ve bana güvenen biriyle bir arada kalabilirim. Çatısız bir evde ‘ağır’ ceza dosyalarımla yaşayabilir, o dosyanın içindekilerle empati kurabilir, tüm kimliğimden sıyrılabilirim. Yarın güneşin doğmayacağı beni korkutmaz ama hak, hukuk ve adaletin hayatımda olmama ihtimalinden ölebilirim. Çünkü adalet duygusu, benim için bir hayli güvende hissettirici, bir hayli huzur verici ve o kadar değerli ki. Ben ki kelimeleri severim. Bu mesleğin kutsallığını ve kıymetini anlatmak için yeterli sözcük yok ne yazık ki.

İşte bu yüzden, bu on beş maksimum yirmi metrekare odada düşünüyorum da şimdi, yüreğimi yerinden çıkarıp, vatana, millete, adalete kendimi adamışım ben. Bütün kalelerim düşmüş, bütün duvarlarım yıkılmış, bütün perdelerim kalkmış inandığım değerler karşısında. Bütün şifrelerimi çözmüş hayat ve biliyorum artık en güçlü/en zayıf noktalarımı. İnanmak, savunmak, sonuna kadar savaşmak. Başka türlüsü mümkün değil. Parmak uçlarıma kadar hissizleştim yine ve gözümün önü hep buğulu. Burnum akşamdan beri tıkalı, nefes alıp vermekte zorlanıyorum. Neden hiç bilmiyorum. Saatlerin hepsi bozuk şimdi ve bu geceyi, bu hastaneyi, bu odayı, bu yatağı hiç ama hiç sevmiyorum.

Avukatlık bir mesleğe indirgenemeyecek kadar derin, uçsuz bucaksız bir okyanus. Hiç ucu bucağı olmayan bir derya. Rengarenk bir gökkuşağı gibi. Kimi zaman kan kırmızısı, kimi zamansa insanın içini huzurla dolduran yeşil. İnsanın suratında kalan mosmor bir renk bazen.

Bazen de güneş gibi sarı; ufuk gibi, gökyüzü gibi masmavi bir meslek avukatlık. Öylesine inişli çıkışlı, öylesine keyifli ve dinamik, bir o kadar tatsız tuzsuz olsa da tatmin duygusu cabası. Gecenin bir vakti karanlığı yırtarcasına çalan telefonun, yüreğini pır pır etmesi de var bu işin içinde, parlak bir çift gözden süzülen sevinç gözyaşı eşliğinde boynuna sarılan kollar da var. Cezaevinin rutubetli duvarları var mesela, karakolların soğuk nezaret odaları, hep kararmış vaziyette bizi bekleyen baro odası çayları. Her şey dahil bir meslek bu. Hayatın en içinden, tam ortasındaki istasyondan geçen bir trenin, kadim, tek yöne biletli yolcularıyız aslında. Sepetimizde her şeyden biraz var. Kendi halimizde, hayatı yoğurup duruyoruz mütemadiyen.

5 Nisan Avukatlar Günü olarak kutlanıyor ülkemizde.

Özellikle 5 Nisan olmasının temelinde, Barolar Birliği’nin kuruluşu yatıyor. Kurtuluş’un gözdesi, Ege’nin incisi, güzel İzmir’de, 5 Nisan 1958’de bir toplantı yapılıyor. İzmir Ticaret Odası’nın toplantı salonunda.

Tam 2 gün sürüyor bu toplantı. Kasvetli bir hava, meslektaş problemleri, yargının o en cılız görülen, ‘aman canım ben zaten haklıydım’lara kurban giden ama bir o kadar da onurlu, dik başlı, çatık kaşlı işi; masanın tam ortasında duruyor.

Neresinden tutulsa bir dert akıyor akmasına da, birlik olmak lazım artık deniyor. Birbirimizi kollamak ama en önemlisi mesleğin onurunu korumak lazım deniyor o gün orada. Kolay olmuyor tabii. O toplantıdan tam 20 yıl sonra gerçekleşiyor hayaller. 5 Nisan 1978 tarihinde Türkiye Barolar Birliği kuruluyor ve aynı tarihten itibaren de Avukatlar Günü kutlanmaya başlıyor.

Buruk kutlamalardan biri de bu sene. Haciz mahallinde öldürülen, ekonomik sıkıntılar nedeniyle intihara sürüklenen, 06.02.2023 tarihinde yaşadığımız deprem felaketinde kaybettiğimiz nice meslektaşın acısı dağlıyor yüreğimizi. Bir sürü sahipsiz cübbeyle beraber kutluyoruz yine.

Avukatlar Günü’nün temeli İzmir’de atıldı (1)