Av. Çiler Nazife Koşar

Konuşuyoruz… Ama “Ne’ Ce”…?

service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

CALL CENTER – RESTAURANT – HOSPİTAL – COİFFEUR – SHOP – BABY ON BOARD…

Diyelim ki kendi ülkenizde, şöyle çoluk çocuk tatile çıkmaya karar verdiniz. Çileniz daha seyahat acentesinde iken başlar;

Öncelikle All inclusive mi arzu edersiniz?

Select, mega, ultra ya da plus.? Hangisini tercih edersiniz?

BO (bed only), BB (bed & breakfast), HB (half board), FB (full board)…? Mesela snack’ lerden faydalanmak ister misiniz?

Bu arada otelde size özel complimentary de var. Peki odanız nasıl olsun? Suite, bungalow, apart…? Çocuklarınız varsa connecting room ya da adjoining room önerirler. Kalabalık bir grupsanız adjacent room, triple room, Quard olabilir. Dilerseniz junior suite ve handicapped room da var. Peki yatak seçimi nasıl olsun? French Bed mi, yoksa Twin Bed mi.? Tatil planınız bu şekilde confirmed edilip, güç bela voyagerınız hazırlanır; Aman resepsiyona, Check in yaptırmayı unutmayın. Ha bir de bu arada, otelden ayrılacağınız gün Check Out saatini de soruverin bir zahmet.

Otele geldiniz. Oda kapılarındaki uyarı kartlarını görürsünüz, “DO NOT DİSTURB” veya “PLEASE CLEAN MY ROOM”. Oda kapınıza “MAKE UP THE ROOM” kartını asmazsanız, hause keeper odanızı temizlemez. Lavaboda klozetin üzerinde kâğıt band var ve “PREPARED FOR YOU” yazıyor, acaba tuvaletin arızalı olduğunu mu gösteriyor? Bu nedenle belki de klozeti kullanmaktan çekinirsiniz.

Oteli tanıtmak için odanıza bırakmış oldukları kartı elinize alırsınız, hani şu “Dear Guest“ diye başlayan ve bu yüzden işinize hiç yaramayan.

Canınız sıkılır, çarşıya çıkarsınız, Boulangerie ya da Pâtisserie de bir şeyler atıştırırsınız. Menü Türkçe olmadığı için pek bir şey anlamazsınız ama yiyeceklerin yanlarındaki resimlere bakarak fikir yürütüp, siparişinizi verirsiniz.

Allah korusun, rahatsızlandınız diyelim. Emergency’ de ilk müdahalenin ardından, en yakın Hospital’ a gidersiniz. Reçetenize yazılan ilacı çarşıdaki apotheke / pharmacie den alırsınız. Kendinizi iyi (!) hissettikten sonra da, shop tan alışverişinizi tamamlarsınız.

Yemeğinizi otelin restaurant’ ında yersiniz, ama canınız special bir şeyler çekerse; open buffet değil, A’la Carte Restaurant’a gidersiniz.

Ancak bunun için de, önceden rezervasyon yaptırmanız gereklidir. Sakın ola, tip box a bahşiş bırakmayı unutmayın.

WC’ye mi uğrayacaksınız, kapıların üzerinde MEN ya da WOMEN yazsa da önemli değil, yazıların altındaki pipo / topuklu ayakkabı gibi figürlerden hangisinin erkek, hangisinin kadın tuvaleti olduğunu rahatlıkla anlarsınız.

Tatildesiniz ya.. Elinize şöyle bir gazeteleri, dergileri alıp keyif yapmak istersiniz. Gözünüze renkli, al benili bir reklam çarpar, fakat o da ne? İçinde tek bir Türkçe kelime yok, ne satıldığını sadece resminden, bir de eğer tanıyorsanız markasından tahmin edersiniz.

Çocuğunuz için bir oyuncak alırsınız, ya da kendiniz için bir elektronik cihaz. İçinden pek çok dil ve alfabede yazılmış bir kullanım kılavuzu çıkar. Hani Papua Yeni Gine’de yaşıyor olsanız, anlamanız için Pidgin İngilizcesi bile düşünülmüştür, ama Türkçe açıklamaları bir türlü bulamazsınız. Çaresiz, size en yakın gelen bölümü anlamaya çalışırsınız, yani “STEP-1” diye başlayan İngilizce kısmını. Bırakın kullanma talimatlarını, kullanmanız gereken pilin ne tür bir pil olacağı bile Türkçe yazmaz. Her şeye hazırlıklı olmak için, tahmini olarak bir paket kalem pil, bir paket de küçüğünden alırsınız.

Nasıl, vatan özleminiz depreşti değil mi?? Ama işte TÜRKİYE’DESİNİZ…!

İsterseniz bir daha okuyun bu yazıyı. Ve bir düşünün bakalım, siz de kendi ülkenizde benzer sıkıntılar yaşamıyor musunuz.? Hem de öyle yabancıların yoğun olarak bulunduğu tatil yörelerinde falan değil. Küçük bir Anadolu kasabasında bile durum böyle. Traş olmak için bir hairdresser ya da barber shop bulmalısınız. Kadınsanız coiffeur tabii ki.

Bunu yapanları suçlamayın.

Anayasamızda resmi dilin Türkçe olduğu yazılmasına karşın, devlet kurumlarının kafeteryaları ve misafirhanelerinde dahi, uyarıların yabancı dillerde yazıldığını görüyoruz. Bir dönem hatırlayın; polis araçlarının üzerine bile “CALL 155” yazdık.

Bu konuda belki de en duyarlı ülkelerin başında Fransa geliyor. Fransa’da hem devlet hem de Fransızlar bu konuya özel bir önem veriyorlar. Bu ülkede dilin korunması için özel bir yasa mevcut olduğu gibi, Fransızlar da dilleri konusunda oldukça duyarlıdır.

Fransa’ ya gidenlerden çok sık duyarsınız. Hani bir esnafa ya da polise veya herhangi bir kamu görevlisine (evrensel dil İngilizce diye gaflete düşerek) İngilizce bir şeyler sorarsınız. Ancak cevabını, sert bir şekilde Fransızca alırsınız.

Yani karşınızdaki İngilizceyi bilmektedir, sorduğunuz İngilizce soruyu anlar ama size özellikle Fransızca cevap verir. Hem de ne cevap, şamar gibi. Fransa’ da dilin korunması hakkındaki yasa gereği, uluslararası markalar dışında tüm ürünler ve dükkân isimlerinin Fransızca olması gerekir. Hatta bir ürün ya da işletmenin markası uluslararası olsa bile, eğer Fransa’ da üretiliyorsa, isminin Fransızca olması yine zorunludur.

Ülkemizde ne yazık ki, dilimizin korunmasını temin eden bir yasa bulunmamaktadır. Her ne kadar bazı Belediyeler, Türkçe dükkân isimlerini desteklemek konusunda prensip kararı almış olsalar da, ülkemizde var olan binlerce belediyelerin içinde, bu belediyelerin sayısı henüz elli veya altmışı geçmiş değildir.

Dilin korunması için genel bir yasa olmamakla birlikte, ülkemizde bazı özel yasalarda bu yönde hükümler bulunmaktadır. Bunlardan birisi Tüketiciyi Koruma Yasası’dır. Buna göre; “satılan bir ürün dış kaynaklı olmasa dahi, ihracatçının ya da tedarikçinin (belli ürün gurupları dışında) mutlaka Türkçe tanıtım ve kullanma kılavuzu vermesi (ya da ürünün üzerine yapıştırması) zorunludur.”

Üniversitelerimizin çoğu, eğitimi yabancı dille yaptıkları konusunda öğünürler. Ancak bilim adamları, anadilde olmayan bir öğretimin öğrencileri zorladığını ve öğrenmeyi hayli zorlaştırdığını söylüyorlar. Onlara göre; “Bir insan anadilinde bir şey söylendiğinde, hemen onun üzerinde düşünebiliyor. Ancak çok iyi bilse bile farklı bir dilde söylenen şeyi, önce kendi zihninde ana diline çevirip, üzerinde düşünmeye ondan sonra başlıyor.” Yani eğitimi yabancı bir dille yaptığınızda, öğrenciler “anlama ve öğrenme” aşamalarından önce, “Çeviri” yapma gereği duyuyor ve zaman kaybediyor. Zaten gelişmiş çoğu ülkenin eğitiminin o ülkenin ana dili ile olduğu biliniyor. Bu ülkelerde yabancı dil öğrenilmesine izin ve destek verilmekle birlikte, öğrenciler kendi ana branşlarını ana dilleri ile öğreniyorlar ve asıl eğitim branşının yabancı bir dille yapılmasını “müstemleke olmakla” eş değer tutuyorlar.

Dünyada her yıl yüzlerce dil unutulup, tarihin derinliklerinde kayboluyor. Türkçe’ nin dünyada en çok konuşulan dillerden biri olduğu ile övünüyoruz.

Ancak “Türkçe konuşan ülkeler toplantısının” sunum dilini İngilizce yapabiliyoruz.

Bir Hadis-i Şerifte; “İnsan; dilinin altında gizlidir” denmiştir. Yine büyük önderimiz Atatürk; “Ülkesini ve yüksek istiklâlini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmalıdır.” der.

Ben, bu kadar büyük ölçekli ve uzun vadeli düşünmek istemiyorum.

Ben, kendi ülkemde, gezip dolaştığım sokaklarda, ilanlardaki yazıların, duvarlardaki reklamların ne olduğunu, girdiğim bir dükkânın ne sattığını, parasını verip satın aldığım bir malın ne işe yaradığını, nasıl kullanıldığını kendi dilimde okumak/görmek/anlamak istiyorum.

Eğer bahşiş istiyorsanız, BAHŞİŞ KUTUSU koyun. Yok, sadece TİP BOX varsa kusura bakmayın, benim de sadece Türkçem ve Türk Liram var, benden bahşiş alamazsınız.!

(Son bir not: İngilizce ve Almanca dillerini hukuki metin çevirisi yapacak düzeyde iyi bilmeme rağmen, kendi ülkemdeki bir işyerinde, kendi dilime saygımdan TİP-BOX yazısını anlamayacağım.)

Konuşuyoruz… Ama “Ne’ Ce”…?

Yorumlar kapalı.